10. Bölüm - Sadâkat

119 16 23
                                    

*Uğruna savaştığımın dengini bulamazsınız.



O uğursuz olaydan beridir mahzende bekletilmemle birlikte oldukça düşünme zamanım olmuştu. Karanlık bir yerde, parmaklıklar ardında olunca kendime en büyük hasarı kendim verebileceğimi kavramıştım. Başımın içindeki o ses, aklıma gelen onca kötü anı, yaptığım iğrenç şeyler, yattığım kişiler, söylediğim yalanlar ve daha bir çok şey. Ölesiye bana eziyet vermişti.

Belki bir hafta belki daha fazla. Günlerin geçtiğini veya güneşin doğup doğmadığını kavrayamıyordum. Orada bir başımaydım.

Yiyecekler hareketli bir bandın üzerinde günde bir kere geliyordu.

Ve günde bir kere başımın üzerindeki lamba yanıyordu. Ellerimi inceliyordum. Dizlerimi. Başımdaki sesten kurtulmak için çizdiğim zemini ve tırnaklarımın arasına dolan beton parçalarını inceliyordum. Bazen sadece düşünmeme engel olsun diye ışığa bakıyordum.

Bir gün mahzenin tüm ışıkları yandı. Gözlerimi kısarak yerimde doğrulmaya çalıştım. İnce bir topuk sesi bana doğru yaklaşıyordu. Adımları sakindi. Yaklaştıkça giydiği koyu kırmızı pelerinini ve sarı saçlarını seçebilmiştim.

"Ben Lilith." Yeşil gözlerinin orta yerinde kor vardı sanki. Hala öfkeyle dolu olduğu aşikar biriydi.

"Seni ikinci aşama için buradan çıkarmaya geldim."

Şaşkınlıkla nefes verdim.

"Burada neredeyse bir aydır kalıyorum ve siz bunu ikinci aşama olarak bile saymıyor musunuz?"

Histerik bir gülüşle bana bir adım yaklaştı.

"Düşünmeye alışmalısın evlat. İçindeki şey vicdan. Daha önceden onunla hiç tanışmamıştın değil mi? O artık hep orada olacak. Her adımında. Her hareketinde. Her hata ve doğrunda." Nefesi yüzüme çarparken uzun tırnaklarını göğsümde gezdirdi.

"Savaşman gerekecek. Bu en zoru olabilir. Ne kadar sadık olduğunu göreceksin."

Yakından onu inceledim. Gerçekten güzel bir kadındı. Kusursuza yakındı.

Bana yandan bir bakış atarak yürümeye başladı. Onu takip ettim.

"Hemcinslerinden mi hoşlanıyorsun?"

"Eskiden evet. Şuan ise bunun bir önemi olduğunu düşünmüyorum."

Kahkaha atarak kilitli büyük kapının kilidini açtı.

"Geç bakalım aşık çocuk. Bu bahçe  Adem ve Havva'nın yasak meyveyi ısırdığı bahçe. Bunu leylek masalına benzetebilirsin. Mevzu meyve değil yani. Anlarsın ya." Aslında ilk başta pek anlamamıştım. Ama sonra 'seni leylekler getirdi' olayını hatırladım. Üstü kapalı bir anlatım. Leyleğe yüklenen anlam karmaşık.
Meyveye yüklenen anlam gibi.

Sonra aniden bahçede bir başıma kaldım. Ya da ben öyle sanıyordum.

Çıplak ayaklarıma değen çimenler soğuktu. Güneş ise sanki her yerdeydi.

Tanıdık sesi duyduğumda kafamı kaldırıp inen kargaya kolumu uzattım. Konduğunda ise ayağına bağlanmış notu aldım.

Görünen her şey gerçek değildir.

Yüzümü buruşturup yazının değişmesini bekledim. Ama sadece kağıt elimde toz olmuş, karga ise yeniden havalanmış gözden kaybolmuştu.

"Buradan çıkabilirsem akıl sağlığımı kontrol ettireceğim." Dedim kendi kendime.

Gelişi güzel yürüyordum. Bir elma ağacının önüne oturan birini görünce heyecanlanıp oraya ilerledim.

"Merha-"

GÜMÜŞSERVİ - HunHan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin