Çok fazla hayali olan bir kadının özgürlüğü, kendine söyleyemediği doğrulardaydı. Herkes olamadıkça kendine yabancı olmasındaydı korkuları. Bir kadının mesafelerdi en ağrıyan yanı.
Gün içinde ne kadar derin nefes alıyorsun mesela? Ne kadar iç geçiriyorsun? Gözün ne kadar uzağa dalıyor? Kaç kez canın rakı çekiyor? Kaç kez ağlamak istediğin kadar kahkaha atmak zorunda kalıyorsun? Hayal kurarak uyumaya çalıştığın günleri özlerken kaç şeyi düşünmek zorunda buluyorsun kendini? Kaç kez öfke kontrolünü yitiyorsun mesela? Kaç kez kendine darılıp bir başkasına yükseliyor sesin? Ya da kaç kez neden sana söyleyemediklerimi kusuyorum diyorsun bir güne? Sen, sen olmayalı kaç gün oldu? Hiçbir şeye karar veremeyeli kaç zaman oldu? Hayallerinin yerini unutalı kaç ay oldu? Pişman olmanın, aslında korkmak olduğunu anlayalı kaç gün oldu? Ne kadar sır tutuyorsan köşelerinde aklının, kalan parçalarını bulduğun adamı özleyeli daha kaç oldu? Dilinin ucuna kadar sustuğun her an için uyuduğunda neredeydin? Ya da neredeydi ipin ucunu elinden çeken cesaretin?
Hayatını yoluna sokma kararı alıp da ertelemeye başladığında başlar hikayen. En içten kahkahanı bastığında, aklın bölünür herkes olamayan yanına. İyice giriyorsun ya hani aklının içine. Tüm acılarını, anılarını, en güzel yanını delip de hani giriyorsun en eskisine hayatının. O zaman anlıyorsun yalnızlığının bir ömür olduğunu. Kimseye anlatamadıklarını anlatıyorsun kendine. Özlemin başlıyor kendine. Tadını çıkarmadığın her gün değerleniyor mesafelerde. Uzak kalıyorsun en kendinden olana. Sonra kimse olamıyorsun herkesin içinde. Özlemin bir sarılma boyu kursağında sıkışıp kalıyor. Kendinden olmayanı seçip, seçimine küfrediyorsun ya yastığa her başını koyduğunda. Çekip alamıyorsun aklını kararlarından. Vicdanım deyip sığındığın ne varsa alışkanlıktan öte olmadığını anladığın güne kadar da özgür kılamıyorsun mutluluğunu. Yanlış gördüklerinin, kendine yakıştıramadıklarının hatta kimseye anlatamadıklarının gülümsettiğini anlayınca seni susuyorsun. Bir başkasına bir hayat biriktiriyorsun. Anılar, şarkılar, kahkahalar, gözyaşları, pişmanlıklar, kıskançlıklar, yollar, umutlar. Sonra hepsini alıp bir çıkmaz sokağın başına koyuyorsun. Biliyorsun ya çıkamaz hani oradan. Biliyorsun ya geçemez yaralarından. Biliyorsun inandıramazsın doğrularına. Biliyorsun ekleyemezsin yoluna yolunu. Biliyorsun ya ayrımı yakındır yaşadıklarınızın. Sonunu bildiğin filmi izlemek gibi, gideceğin yerde olmayacağını bilmek gibi, en çok olmasını istediğin yerde yaşayacağınız ne varsa kuralların set çektiği boşluklarda adımlarını biriktirmek gibi.
Hayatından uzaklaşırsın. Hayallerinden uzaklaşırsın. Aynı hayatı bulduğun bir başkasına karışırken, daha tadını alamadan yemeğin, sofranın toplanması gibi nasıl ayrışacağını düşünürsün o hayattan. Siz yine de silkeleyin üzerinizde kalanları. Gözden kaçırdığınız tesadüflerde cesaret bulursunuz iki kişilik belki de.
Dokunmak en güzeliymiş tamamlanmanın. Müslüm Gürses şarkıları anlatırmış mesela yaşlandıranı aklını. Gözünün önüne koyup, nasıl baktığını anlatamamakmış mesafe mesela. Asla konuşamadıklarınmış bolca kahkaha attıran. Ağlamamak adına susmakmış yalnız olmak. Yaptığın en güzel hataymış en özgür anın. Ve evet, doymamakmış asla bir dokuya, bir canın tek kişi yaşaması. Olduğun gibi görünüp, olmadığın biri adına sözlerini sarf etmekmiş fedakarlıkların büyüğü. Nitekim kendinden verdiğin ödünden olmalı. Edilgen olmakmış en çok da kendine. Gördüğün sonun, yakışık almadığından olsa gerek oturtamamakmış zamana. Hani gün akar da bakarsın uzaktan. İçindesindir de en çok kıyısında ömrünün. Geçmiyormuş gibi zaman sanki yakın durmayınca saate. Bakmayınca aynaya değişmiyormuşsun gibi. Bir arada yapmak istediğin ne varsa tek başına yaparken kendini bulup yarım bırakmak gibi. Tamamlanıyormuş gibi diğer yanında. Düşünmek, düşlemek, düşmek. Kalkmadan devam etmek. Yükünü taşıyabilmek için yardım almadan, kibriyle her ne varsa önünde elinin tersiyle itmek. Ukalalığının adını, unutacağını söyleyerek yürümek.
Ayıp olmadığını anladığında çıplak uyumanın biriyle, ayıp olmadığını anladığında sevişmenin, ayıp olmadığını anladığında sarhoş olmanın bir adamın kollarında tam orta yerindeydi aklının. Kendine en geldiği yerde duruyordu. Başkasının macerasındaydı, kendi hikâyesinin başındayken. Tek başına olmak ne kadar mümkünse başka bir akla ortaklık ediyorken, o kadar yalnızdı kadın. Onun diliyle konuşuyordu, göğüs kafesine sıkışan sustuklarının sesini iyice kısarken.
Adımlar dikkatli olmayabilir, görmeyebilir, duymayabilirsin kimseyi. Ama asla durduramazsın fiziksel değişimlerini. Kızacağını bile bile, çığlık atarken küfrede küfrede sesinin kısılacağı günü daha şimdiden görürken bile, ne güzel en güzel oyunu hayatın. Ne güzeldi denilecek. Aynı hayatı yaşayan doğru kişi, en beklenilmedik zamanda yanlış yerdeydi. Kızamazmışsın kimseye. Bazen gün gelir yaptığın tercihin sürüklemesiyle kanarsın. Yani hem kanarsın bir adama, hem kana kana içerken zamanı yeni bir yara açar, kanarsın yol boyunca.
Sen yine de bırak. Akışındayken en doğal halidir yaşananların. Akışında iken tanıyıp bil görüp göreceğini. Çünkü sonra onlar akıp giderken elmacıklarından damla damla, dudağının sol yanına gelsin iyi ki dediklerin. Gülümsetsin en doğal halin. Özgür oldum, ben oldum, öğrendim, kim bilir belki öğrettim de. Her zaman asıl rolün sana verilmediğini gördüğünde bir başka nefeste takılıp kalma soluğuna. Zamanında tek sözde çıkmayı bil bedeninden.
Ya da siktir et hepsini bencil ol. Konuş ses tellerin iflas edene kadar. Yükle tüm acını onun mutluluğuna ve alıp keşke diyeceklerini yanına git. O’na menfaatlerini bırak kullanacağı, kendine de bir heves. Nitekim kursağının ihtiyacı olacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aklımın Orta Yeri
LosoweOyunda kalmak için kimseye ihtiyacım olmadığında anladım, hiç kimse göründüğü kadar kalabalık değil.