Eve vardığımızda karanlık ve soğukla karşılaşıyoruz ve bu planımın içinde değildi kesinlikle. Karanlığın ve soğuğun içinde üçümüz birbirimize sarılmış halde duruyoruz. Minseok uykusunda birkaç mırıltı bırakıyor sessizliğimize. Tıpkı hayat gibi diye düşünüyorum, her şey tamamiyle karanlık ve soğuk da olsa, sığındığın, sarıldığın, birlikte kaldığın insanlar ailendir. Küçük bir simülasyonda şimdi bunu görüyorum, aileme kollarımı sarmaya devam ediyorum. Minseok tamam da, şu az gülen, hatta Minseok'u görene kadar gülmeyen bu adamı neden her şeyden korumak istiyorum, bilmiyorum. Öyle hemen nasıl kabullenebilirim?
Sırtındaki kolumu boynuna çıkarıp onu göğsüme yaslıyorum, ağzından çıkan sıcak nefesi kazağımın yakasına çarpıyor. İçim bir hoş oluyor.
"Evde değildik son birkaç gündür. O yüzden böyle biraz bekle, halledeceğim hemen." Onu omzundan tutup ezbere bildiğim evimde geniş koltuklardan birine oturtuyorum, üstlerine elimdeki montu örtüyorum. Doğrudan ışıkları açmaya gidiyorum. Gözleri ışığa alışkın olmadığından kamaşmış olacak ki kırpıştırıp duruyor. Kombiyi acimadan sonuna kadar açtığımda yanlarına dönüyorum.
"Birazdan ısınacak." Gözlerime bakıyor. "Evimiz.""Evimiz." diyip tekrarlıyor beni. Yanına oturuyorum, Minseok'u hala sağlamca tutuyor.
"Üşüyor musun?"
Hayır dese de üstüne kendi montumu da örtüyorum.
"E sen üşürsün böyle de." diyor bana."Siz ısınınca ben de ısınıyorum." diyorum ona. "Bu süper güçlerimden biri." Bana bir kıkırtı veriyor.
"Gerçekten süper bir şeymiş bu."Minseok kıpırdanıyor, sıcakladı sanırım montların altında. "Ev iyice ısınmadan ayrılmasın benden. Üşüyebilir." diyor.
"Sen bilirsin. İyisin değil mi? Yolculuk nasıldı?"
"Bilmiyorum, hiçbir şey anlamadım ki? Kıpırdamadık bile sanki."
"Müstakbel kocan," diyorum kendimi işaret ederek, "işte böyle havalı bir adam."
Gülüşü şaşkın bakışına karışıyor. Ben de biraz şaşırdım gerçekten, iki saat önce tanıştığın bir adam ile evlenecek olmayı sesli söyleyince gerçekten de bir garip oluyor.
"Garip bir durum, değil mi?"
"Garip ama, yadırgamıyorum. Sorun da etmiyorum. Bence asıl garip olan bu. Sence de öyle değil mi?"
"O zaman sendeki garipliğin aynısından bende de olduğunu söylememin tam sırası." Kısık sesle gülüşüyoruz.
Gözlerinin önüne gelen, ama Minseok'u tuttuğu için üfleyerek geriye attığı saçını düzeltirken soruyorum, "Korkmuyor musun? Neresinden düşünürsem düşüneyim senin açından cidden riskli. Sana sorun açacağımızdan değil hayatını tümden değiştireceğinden, bu seni korkutmuyor mu?"
Başını geriye yaslayıp, terlemeye başlayan Minseok'un üstündeki montları biraz aşağıya çekiyor. Ona çaktırmadan kombinin derecesini oturduğum yerden düşürüyorum. Derin bir nefes veriyor. Bakışlarını tekrar bana çeviriyor. Bakışları alabildiğine yorgun, o derin kahverengi gözlerinde kederden bol hiçbir şey yok. Bu yüzden onu sıkıca sarmak istiyorum.
"Korkuyorum." diye fısıldıyor. "Ama hayatım boyunca zaten korktuğum hiçbir şeye bulaşmadım, tüm korkularımdan kaçtım. Elime ne geçti? Bana kalan boş bir hayattan başka ne oldu? Şimdi hayalini kurmaya bile cesaret edemediğim şeyi bana veriyorlar, bana böyle bir aile veriyorlar. Korkaklık etmenin sırası değil. Canım yanacaksa yanabilir. Size sahip olmanın bir bedeli olacaksa da olabilir. Sizi kaybedeceksem yani gidecekseniz de bir gün, en azından sizin sayenizde ailem olmuş olacak. Bu mutluluk beni bir ömür götürür. Hatta Minseok'u böyle kucaklamış olmayı yaşadığım son on yıla değişmem." Gülümsüyor.
Gülümsüyorum. Farkındabile değilim.
"Ne kaybederim ki? Biraz umut veriyorsunuz bana. Ben ne kaybederim ki? Beni öpsen şimdi ne kaybederim ki? Minseok'a yarın sabah pankek yapsam ne kaybederim? Bu akşam yaptığı gibi boynuma sarılsa ne kaybederim, hatta belki beni de seni öptüğü gibi öpse?"
Üzerlerindeki montu alıyorum. İkisi de oldukça sıcaklamış duruyor."Ah, Jongin. Sevsem, sevilsem ne kaybederim ki? Bunlar bana ancak güzel şeyler kazandırabilir. Hayattaki en değerli şeyin para değil güzel anılar olduğunu bilecek kadar yaşadım. Ve benim pek güzel anım yok."
Onun gibi başımı koltuğun sırtına yaslayıp ona iyice yaklaşıyorum. Sınırları boşverdim. Sol elimi saçlarına atıyorum. Gözleri kapanıyor. Sağ kolumu Minseok'a sardığı kollarının üzerinden geçiriyorum.
"Artık biz buradayız." diyorum. Nefesim yüzüne dağılıyor. Gözlerini açıyor. "Minseok harika anılar yaratma makinesi gibidir ayrıca. Sadece onun yakınında dur, o sana binlercesini verecek." Gülümsüyor.
"Çoktan değerli birkaç tane verdi bile. Öyle muhteşem bir çocuk ki."Saçlarını okşuyorum. Bu onu sakinleştiriyor sanki. Hoşlanıp hoşlanmadığına bakmak için durduğumda kafası elime doğru sürtünüyor. Ağzından kısa bir mırıltı çıkıyor. "Devam edebilir misin, lütfen."
Gülümsüyorum. Saçlarını okşamaya devam ediyorum.
*****
Kısa biraz ama olsun, günde ikişer bölüm atıyorum birkaç gündür kendimi övmek istedim, arkadaşlarım okusun diye yazdım ama hiçbiri okumuyor zldjpsıdpskepwoeoeos lütfen okuyanlar "yalnız değilsin gölge" diyebilir mi?Burayı boşladığım için wattpad tanrıları beni cezalandırıyor olmalı zşjxşslsleo
Gölge
14.01.2020
SalıWOW İKİ BİN YİRMİ WOWWW
Diğer bölüm gaymak gibi gayyymak

ŞİMDİ OKUDUĞUN
What I Want for Christmas "kaisoo
Fanfic"Bindiğin alametin seni nereye götüreceği değil o alamete binip binemediğin önemli. Bir kere bunu seçmeye güç yetirebildiysen yeniden ve yeniden bambaşka alametlere binebilirsin. Önemli olan o yumurtayı kırma cesaretini, yüzsüzlüğünü, merhametsizliğ...