Pazartesi misafirler yüzünden bölüm ekleyemedim malesef. Bende bugün sizlere iki bölüm eklemek istedim. Kendi yaşadıklarımı hikayelerimdekilere de yaşatıyorum demiştim. Amcamı kaybettik malesef bende belki kötü belki iyi yaparak onlarıda etkilemesini istedim. Bu hafta içinde değil hikaye yazamadığım 3 hafta önce kaybettik aslında. Ama o an bunu yazabilir miydim bilmiyorum. Belki de acılar zaman geçtikçe dile dökülüyordur.
Neyse sizi boğmadan iyi okumalar dilerim :)
Bu da bu bölümün şarkısı ballar :))
https://www.youtube.com/watch?v=SySW6lVW7D8
~~~
Dougal ateş başında elindeki kılıcını temizliyordu. Hewcamden klanından askerlerde kampın etrafında nöbet tutuyordu. Etrafa göz gezdiren biri ağaç tepesine tünemiş birkaç askeri görmezdi. Ya da üstünü ağaç dallarıyla örtüp doğaya karışmış diğerlerini.
Hepsinin doğrudan bir yerde bulunması tehlikeliydi. Bir baskın olursa kamp etrafında hepsini kılıçtan geçirebilirlerdi. Şimdi etrafa dağılmış nöbetçiler kamp ateşi etrafındakileri uyarmakla görevliydi. Kamp etrafında dinlenen ve karnını doyuran diğer arkadaşlarıyla yer değiştirme zamanları henüz gelmemişti.
Dougal gecenin uzun süreceğini bildiğinden biraz uyumuştu. Ve görevine dönmüştü. Karşısındaki çadırın ağzı açıktı. Gözleri Eunan'da ve onun sıkıca sarılıp saçlarına yüzünü gömdüğü leydilerindeydi.
Günlerdir birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Eunan silah talimindeyken o kenarda onları izliyordu. Bunun Eunan'ın dikkatsizliği sonucunda vazgeçmişlerdi. Eunan ona bakıp dalarken kılıçlardan kaçmakta zorlanıyordu. Bir iki hafif yara dışında bir şey olmamıştı ama bu olmayacağı anlamına gelmiyordu. Bu yüzden talim alanı leydilerine yasaklanmıştı. Ve onun bu yasağa uyması konusu Dougal'ın kontrolüne verilmişti. O da kalenin pencerelerinden gizli saklı izliyordu onu. Talim biter bitmezde yanında bitiyordu.
Yemek masasında kimsenin görmediklerini düşünselerde ellerinin masanın altında birbirine kenetli hallerinin farkındaydı herkes. Ve bu halleri etraflarına da neşe saçıyordu. Lordlarının farklı bir tarafını görüyorlardı. Yüzündeki yaranın yüreğine işlemediğine karar verdiler. Ve bu halleri Sappho'nun ona tutulmasını sağladığı gibi klan halkınında sevgisini kazanmasını sağlamıştı. Herkes lordlarının ve leydilerinin sevgisine şahitti.
Günün çoğunluğunda ortadan kayboluyorlardı. Eunan önemli işleri halledip diğer kısımları Dougal'a bırakıyordu. Dougal onların bu hallerini gördükçe durumdan pişmanlık duymuyordu. Hatta elinden geldiğinde çok görev alıp birbirlerine ayırdıkları vakitleri arttırmaya çalışıyordu.
McEaven klanına gitme zamanı geldiğinde Eunan çok dikkatli olmaları gerektiğini üzerine basa basa söylemişti. Karısının kaleye gelirken geçirdiği saldırıyı hatırlıyordu ikiside. Ve bunu yapanların kim olduğunu bilmiyorlardı hala. İkinci bir saldırı olma ihtimali çok yüksekti. Bu ihtimalin kötü sonuçlanmaması için Eunan bir dakika bile ayrılmıyordu onun yanından. İhtiyaçlarını giderirken bile onun yanındaydı.
Sappho her yere birlikte gitmekten daralmıştı. Kendisiyle olmaktan çok mutluydu ama yüzünü yıkarken bile suda onun yansımasını görüyordu. Onu özlemek istiyordu belkide. Belkide bu yakınlığın ayrılıklarını hızlandırdığını düşünüyordu. Bileğindeki çiçeklerin düşmüş yaprakları onu korkutmaya yetiyordu. Ama kararını vermişti. Onunla hiçbir şey yaşamayıp pişman olmaktansa bir şeyler yaşayıp pişman olmayı tercih etmişti.
Yaşadıkları rüya gibiydi. İnsanları izlerken gördüğü güzel şeyleri yaşıyordu adeta. Onun varlığını bir lütuf olarak gören birine sahipti. Ve bu onunla arasındaki en ufak şeydi. Gözlerine bakıp dudaklarına öpücükler konduruyordu. Saçlarını elleriyle tarıyor ona sarılıp göğsüne yaslıyordu.
Sappho bu kadar güzel anlar yaşayacağını bilmiyordu. Bilseydi en baştan kaçmaktan vazgeçeceğini düşündü. Çadırda uzanmış kendisine sarılan kolların tadını çıkarıyordu. Çadır kurulurken ihtiyaçlarını gidermek için ormana gittiğinde ayağı kaymış ve suları soğuk olan göle düşmüştü. Arkasında durup onu kurtarmak için bir harekette bulunmayan Eunan kıyafetlerini yavaşça çıkarıp ona katılmıştı.
Onu kendine çekip öpücüklere boğmuştu. Ve elbisesini kenara çekip içine girdiğinde beklenmedik bu durum karşısında kendini geriye doğru atmıştı Sappho. Bu beklenmedik istila karşısında hemen kendini toparladı. Doruğa ulaştıklarında çığlıklarını yutmak için dudaklarını birbirinden ayırmadılar. Çığlıkları karanlık ormanda değil birbirlerinin nefesinde boğulmuştu.
Kamp alanına gittiklerinde herkes olanların farkındaydı. Ama leydilerinin duygularını incitmemek için bilmiyormuş gibi başka şeylerle ilgilenmişlerdi. Dougal onlar gelmeden ufak bir konuşma yapmış daha doğrusu bakışları ile gereken tehditleri yapmıştı.
Çadırda uzanmış iki sevgilinin klanın geleceği olduğunun bilincindeydi. Eunan onun en yakın dostuydu. Ve dostunun bu hale gelmesi için ettiği dualar kollarını doladığı karısı şeklinde önünde belirmişti. Bu mucizeyi korumak için hayatını bile verebileceğini düşündü.
Eunan yüzünü Sappho'nun saçlarından yavaşça çekti ve aralık çadır ağzına baktığında Dougal ile göz göze geldi. İlkel bir sahiplenme içgüdüsüyle onu daha da yakına çekti. Dougal'ın onlar için yaptıklarının az çok farkındaydı. Kenina McEaven'in aklına sokmaya çalıştığı düşüncelerin yalandan ibaret olduğunu da biliyordu.
Sadece ona kendisinden başka kimsenin gözü değmesin istiyordu. Onun her gülüşünün her sözünün sahibinin kendisi olmasını istiyordu. Bencilliğinin gün geçtikçe kötüleştiğini biliyordu. Ama onun içine her girdiğinde, dudaklarından adı her döküldüğünde onu daha çok kendisinin yapmak istiyordu. Onunla ilgili her şey az geliyordu. Öptükçe daha çok öpmek istiyordu. Onundu. Tüm benliğiyle onundu. Ve onu kendisinden ayıracak dost ya da düşman herkesle savaşmaya hazırdı.
Söylediklerini düşünmüştü uzun zaman. Peri kraliçe, görev, gitmek...
Bileklerini her gece ve her sabah kontrol ediyordu. Bazen o görmediği zamanlarda sürekli bakıyordu. Yaprak sayısının azaldığını biliyordu. Her yaprakla onu saklamak geçiyordu içinden. Onunla daha sık birlikte olmaya başlamıştı. Bazen günde 4 kez bazen 5 kez içinde kaybediyordu kendisini. Onu mühürlemeye çalışıyordu kendisine aitliği belli olsun diye. Kimse onu alamazdı, alamayacaktı.
Sabah olduğunda yeniden yola koyuldular. Dougal durum hakkında bilgi vermek için yanlarına gelmişti. Eunan'ın kıskançlığını hatırlayınca ona takılmadan geçemedi. Yeni eğlencesi buydu. Bu eğlencenin ona pahalıya mal olmaması için dozunda bırakıyordu sadece.
"Leydim yine benimle at süreceksiniz değil mi?"
"Çek pençelerini eski dostum. Karımın yeri benim yanım."
Eunan onu kendi atına bindirip arkasına geçti. Ona sıkıca sarılarak arkasına bakmadan yola koyuldu. Dougal yüzünde gülümsemeyle atına ilerledi. Bu ziyaretin mümkün olduğunda kısa sürmesi gerektiğini hissediyordu. İçinden bir ses en baştan bunu yapmamaları gerektiğini söylese de verilen sözden dönmeleri mümkün değildi. Klanı adına verilen her söz liderlerinin namusuydu. Ve Eunan klanına kol kanat germişken geri çekilip onların adına leke sürecek bir şey yapmazdı.
McEaven kalesine yaklaştıkça durumun tuhaflığını farketmişlerdi. Eunan Sappho'yu daha da yaklaştırdı göğsüne. Kale avlusuna girdiklerinde gördükleri kalabalık onları karşılamak için toplanmamıştı. McEaven beyi kanlar içinde bir atın yanına yatırılmıştı. Ve Kenina McEaven ona sarılıp bağırarak ağlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLI DÜŞLER (TILSIM SERİSİ 3) (TAMAMLANDI)
Ficción GeneralSappho kendisine verilen görevleri yerine getirip evine dönmek istiyordu. Birden kendisini eski zamanda İskoçya da bulur. Artık o Eunan Wylie Hewcamden'in müstakbel karısı Aline McEaven'dır.