will, sabah uyanınca, gün içerisinde ve yatmadan önce vanilyalı tatlı dudak kremini sürmeye bayılıyordu.
fazla su içmeyip genellikle sağlıklı beslenmeyerek yeterince vitamin almayan bir yapıya sahip olduğundan dudak çatlaklarıyla baş etmek zorundaydı. kuru kabuklar, kan sızıntıları ve ekşi şeylere dilini bile değdirememe problemi.
bir de bunlar yetmezmiş gibi will'in streslenince dudak kemirme gibi bir alışkanlığı vardı. bunu o kadar sık yapıyordu ki -özellikle de birileriyle konuşurken- insanların bakışlarını tam dudaklarının üzerine çekiyordu. kız veya erkek, eşit olarak will ile sohbet edenlerden onun dudaklarına bakmayan bir kişi bile göremezdiniz. ara sıra sınıfta dersteyken bile sıra arakadaşı miles fairchild'ın yandan yandan dudaklarına nasıl baktığını fark etmişti will.
utanç verici.
her sabah olduğu gibi o cumartesi de erken kalktı. ufak kahvaltısından ve kısa süreli sabah duşundan sonra üzerine bebek mavisi şortunu giyip gri çizgili bir tişörtle bunu kombinledi ve ayna karşısına geçip üzerinde 'CAM DUDAK' yazan kremi alarak dudaklarına sürdü. açık mavi, uzun kapağın üzerinde bulut desenleri olan oldukça şirin bir kutusu vardı ve yaladığınızda şekerli vanilya tadı alırdınız. gerçekten çok lezzetliydi. onu sürdükten sonra tadından oldukça hoşlanan will dudaklarını normalinden daha fazla yaladığından krem en fazla dört ya da beş dakika orada kalıyordu ne yazık ki. bu sebepten ötürü will nemlendiriciyi yanından hiç ayırmıyordu. ayrıca cebine sığabilecek kadar küçük, bir parmak kadar da inceydi.
elleri cebinde kasabanın aşağısına doğru yürürken havanın bugün parçalı bulutlu olduğunu fark etti. en yakın arkadaşı maxine ile buluşmak için momma's kitchen'a doğru ilerliyordu. restorana son bir kilometre kala sapması gereken dar ara sokağa varınca derin bir nefes aldı ve tişörtünün ince kolunu sıyırıp kol saatine baktı. saat neredeyse öğlene varıyordu.
o ara deli bakışlı ve oldukça endişeli biri sokağa daldı ve etrafı korku dolu gözlerle inceledi. will başını saatinden kaldırıp telaşlı yabancıya bakınca kendini biraz tuhaf hissetti. birinden falan mı kaçıyordu bu genç? yüzü kıpkırmızı kesilmişti ve doğru düzgün nefes bile alamıyordu. ağzında bir şeyler geveleyip nefesinin altından bir lanet fısıldadı. will kaşlarını çattı.
"hey! lütfen küfürsüz konuşun."
ama yabancı onu duymamış gibiydi. duvarın gerisinden başını hafifçe çıkartıp yola bakınca gelenleri gördü ve bir kez daha küfretti. daha fazla koşacak gücü kalmamıştı. saklanacak yeri de yoktu. soluk soluğa kapüşonlusunu hızla kafasına geçirdi.
will tekrar ona terbiyeli olmasını söylemek için bir şeyler söyleyecekti ki onu son çare olarak gören yabancı oğlanın yakalarını tutup onu duvara yapıştırdı ve will'in kalbini durduracak bir şey söyledi.
"öp beni."
"s-sen ne--"
gözleri kocaman açılan will'in konuşmasına ya da itiraz etmesine bile izin vermeden dudaklarını oğlanınkilere çarptı ve onu kaçmaması için sımsıkı sardı. will kollarıyla onu itmeye çalışınca yabancı birkaç santimetre geri çekilip ağlamaklı gözlerle ona baktı ve bir kez daha "lütfen, öp beni. yalvarırım." dedi.
will bir şey yapamadı. yaklaşan ayak sesleri duyuyordu ve ne yapacağını şaşırmıştı. kurtulamayacağını anlayınca el mâhkum durumu kabullendi ve yabancının yanaklarını tutup onu öptü.
saniyeler sonra bir grup polis yanlarından koşarak geçti ama ne will onları fark etti ne de polisler öpüşen çifti...
yabancı, küçük dil darbeleriyle oğlanın hapsettiği dudaklarını polisler gider gitmez onları arkalarından gözlemlemek için serbest bıraktı ve o sırada refleks olarak dudaklarını nemlendirmek için yaladı. aldığı şekerli tat ile şaşkın gözlerle tekrar will'e döndü.
"vay canına. vanilyalı. öptüğüm en tatlı ve yumuşak dudaklar. sağol şekerim. hayatımı kurtardın."
işaret parmağının ucuyla hafifçe will'in küçük burnuna vurdu ve sırıtarak geri çekildi. ters yönde koşmaya başladı. o gözden kaybolurken ciğerleri tıkanan ve bilinci bulanan will kendine gelmeye çalışıp elini göğsüne koydu. az önce neler olduğunu anlamaya çalıştı. bir dakika sonra maxine'e gitmesi gerektiğini hatırlayıp şok içinde yoluna devam etti.
"tanrım, buranın hamburgerlerine bayılıyorum!"
maxine pastırmalı ve mozzarella peynirli hamburgerini ısırıklarıyla her dakika başı tüketirken will oldukça dalgındı. yemeğine dokunmamıştı ve hep içtiği şeftalili ice tea'den bile içmemeişti.
"neyin var bilge will? makarnana dokunmadın bile."
maxine lokmalarını yutup kısa bir ara vererek will'e baktı. oğlan başını iki yana sallayıp gözlerini kırpıştırdı. "sen beni merak etme. sabah yoğun bir kahvaltı yaptım. sanırım bu yüzden hâlâ acıkmamışım."
kızıl kız omuz silkip yemeğini yemeye devam etti. o sıra will'in gözleri duvardaki ufak televizyona takıldı. yeni haber kanalı açıktı. aniden ekranda gördüğü foroğrafla will'in dizleri titredi. bu oydu. ara sokaktaki yabancı.
"19 yaşındaki michael wheeler adlı şahıs aranıyor. toplam dokuz cinayet işlediği düşünülen suçlu bu sabah kaldığı hapishaneden kaçtı. onu görenlerin eşkâlini hawkins polis karakoluna bildirmesi rica olunur. şimdi sırada hava durumu tablosu--"
will duyduklarıyla başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi donakalırken onu polislerden kurtardığının farkında bile değildi. aklından yalnızca tek bir şey geçiyordu.
aman tanrım. yaklaşık bir saat önce ateşli bir seri katille öpüştüm.