"Esila hanım, anneniz alt katın salonunda sizi bekliyor" hizmetlimizin dudaklarından dökülen kelimeler ile ağzımın bir karış açılmasına engel olamamıştım. Zira şu ana kadar annem beni kıçına takıp da bir kere olsun yanına çağırmamıştı. Gerçi ayağına çağırması sevinilecek bir durum mu tartışılır. Acınacak halime acıyarak bakan kadını görmezden gelmeye çalışarak,
"Annem mi? Bir kızı olduğunu hatırlamış yani" Bugünü tarihe kazıyıp her sene yas ilan etmeyi aklıma not ettikten sonra fırçamı bir kenara bırakıp salona doğru ilerledim. Boya içinde kalmış kıyafetlerimi görünce annemin beni çağırdığına pişman olacağını biliyordum, ama umrumda değildi. Ben bu kadının bize yaptıklarını umursayıp da günlerce ağlama seyanslarımı uzun bir süre önce bırakmıştım. En azından öyle zannediyordum.
Merdivenlerden üçerli-beşerli inerek hızıma hız katmaya çalışıyordum. Saçlarımın savrulan özgür tutamları bu merdivenleri daha çok sevmemi sağlıyordu. Salona inen dik ve her an düşme korkusu yaşatan bu merdivenler yıllardır evimizin en müptelası olduğum köşesiydi. Tutsak hayatı yaşadığım evde tek özgürlüğü merdivenlerde bulmam fazla acınası olduğu kadar eğlenceliydi de. Bana bunu hâlâ bu yaşta neden yaptığımı sorgulatan şey, neredeyse merdivenlerden yuvarlanacağım sırada hizmetlimizin koluna yığılmam oldu. Aptal bir sırıtışla saçma takıntıma kaldığım yerden devam ettim, iyice arsızlaşmıştım.
Sağ salim salona ulaştığımda haftalardır görmediğim hatta saçını boyattığından bile şimdi haberim olan annem görüş alanıma girdi. Yeni saç rengi onu olduğundan daha güzel göstermişti. Yıllara meydan okuyan kırışıklıkları hala kendilerini belli etmiyordu. Annem gerçekten çok güzel bir kadındı, herkes babamdan çok ona benzediğimi söylerdi. Bilmiyorlardı ki ona benzediğimi söylediklerinde kalbimin nasıl paramparça olduğunu. 502 bile yapıştıramazdı bu parçaları, onlar için şefkat gerekliydi, stoklarda tükenmiş olan şefkat.
Onu görmemle yine o hatırlamak istemediğim geçmişim, yanında hüznü de alıp tüm bedenimi ağır bir duygusallık seyansına sokmaktan geri durmadı. Duygularım da arsızdı benim.
Ne bana anne olabilmişti ne babama eş. Hep bizi görmezden gelmiş, kariyerine odaklanmıştı. Babamı biraz olsun sevseydi, her sene toprağa sarılarak ağlamak zorunda kalmayacaktım belki de. Anne doğurmakla olunmuyordu. Bunun için şefkat gerekliydi. 6 harfli bu kelime ne çok hücreye şifaydı öyle. Ama acıdır ki 1 gram için bile ölmek gerekliydi. Bunu da babamın gidişinde anlamıştım.
Ayşen'in beni dürtmesiyle 1 damla yaş yanağımdan süzülerek çeneme doğru yol aldığında onu durdurup hiç olmamış gibi kazağımın bilek kısmıyla silerek annemin tam karşısındaki koltuğa ilerledim. Beni gördüğünde hiç de tahmin ettiğim gibi olmadı. Servet değerindeki koltuklarına boya bulaştırma ihtimalim bile onu deli etmeye yetebilirdi. Şuan koltuğa onun deyimiyle serseri gibi yayılmama rağmen bahsettiğim tepkinin kırıntısını bile göstermedi. Şimdi sıçtık!?
Fazlasıyla şaşkındım, beni bu alaboradan kurtaran ise annemin derince bir nefes alması oldu. Merak tüm bedenimi sarmış, şuan sadece annemin ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştım. Kaşlarım çatık..
"Bildiğin gibi kızım babanın vefatından sonra deden kalp krizi geçirmişti" kaşlarım sanki olabilirmiş gibi daha da çatıldı, dedem ne alakaydı şimdi?
kafamı zorlukla aşşağı yukarı salladığımda annem derin nefes alarak konuşmasını sürdürdü.
"Dedeni dün gece kaybettik kızım"
(Derin bir sessizlik)
.....
.....ben demin ne duymuştum öyle? Bedenim duydukları karşısında kısa bir şok geçirdikten sonra inanmamaya, yanlış duyduğuna kanaat getirdi.
"Anlamadım?"
"Doğru anladın kızım, dedeni kaybettik"
"Ne?... N.. Nasıl yani?! Dedem.." yüreğimde takılı kalan yumru yutkunmamı zorlaştırıyordu. Kelimeler rotasını kaybetmiş, dilime ulaşamıyordu. Beni her şeyden çok seven dedem.. Nasıl olur.. Oda babam gibi gitmiş olamazdı değil mi? Gitmemeliydi. Göz yaşlarım sel olmuş birbirlerine çarpa çarpa akıyordu yanaklarımdan. Vücudumun kontrolünü kaybetmiştim sanki, tüm gücümle annemi sarsıyordum.
Kendimi kaybetmiştim..
"Sen! Hepsi senin yüzünden! Babamı aldığın yetmedi mi! Dedemden ne istedin?!!" cılız bedenim hizmetçiler tarafından çekiştiriliyordu, direnmeye çalıştım. Babam için.. Dedem için.. Ağzımdan çıkan son sözcüklerim boş duvarlarda yankı yapıp şiddetlenmişti.
"Senden nefret ediyorum! Duydun mu beni?! Keşke babam yerine sen ölseydin!" dedem de ölmezdi o zaman, keşke annem.. Keşke annem olacak o kadın ölseydi. Neden hep kötüler kazanıyordu? Salondan çıkmadan önce son duyduğum onun sesiydi. "Sakinleştirici verin" diyordu. Ardından kolumda hissettiğim acıyla göz kapaklarım bedenime ihanet ederek karanlığa büründü. Kalan güç kırıntılarımla bağırmaya çalışıyordum. "hayır! Ha.."
----------------------------------------
2 kadının konuşma sesiyle uyanmaya çalıştım. sesler kesik kesik geliyordu. Aklıma hücum eden görüntülerle bilincimin tamamen yerine gelmesiyle hüzün tekrar bedenimi sardı, benim canım dedem o artık yoktu.. Gözlerimin kapalı olmasına rağmen yanaklarımda gözyaşımın varlığını hissedebiliyordum. Sakin kalmaya çalışarak baş ucumda dönen konuşmalara kulak kabarttım.
"Özlem hanımın kesin talimatı var küçük hanım bu odadan çıkmayacak."
"ama Ayşen hanım biliyorsunuz Esila hanım beni dinlemeyecektir"
"Uyandığında odadan çıkmaya çalışırsa kapısını kilitlersin, olmadı yatağa bağlayın. Sen şimdi git portakal suyu hazırla birazdan uyanır, ben dışarıda olacağım."
"Peki efendim"
Kapının kapanma sesini işittiğimde hemen yorganı üstümden atıp sarsak adımlarla kıyafet dolabıma yöneldim. Ağlamaktan görüşüm iyice bulanıklaşmıştı, önümü görmekte zorlanıyordum. Aklımda sadece babannem vardı, kim bilir ne haldedir şimdi. Elime ne gelirse yerleştirdiğim küçük çantama birde kartlarım olduklarını düşündüklerimi yerleştirip çıktım odadan. Acele etmem gerekliydi her an hizmetlilerden birine yakalanabilirdim. Ayak ucumda ilerleyerek nihayet dış kapıya ulaşmıştım. Kabanımı üstüme geçirerek sessizce açtım kapıyı
Bahçenin her iki tarafında da korumalar bir sağa bir sola gidip geliyorlardı. Buradan çıkmam imkansız gibi görünüyordu ama gardımı indiremezdim. Bugün o köye gidilecek! evin arka tarafından ormana girebilirsem çıkma ihtimalim vardı. Adımlarım büyük ama sessizdi, kimseye görünmeden arka bahçeye geçebildiğim için şaşırmıştım açıkcası. Bu korumalar ne işe yarıyordu böyle? İşime geldiği için pek takılmadan devam edeceğim sırada gelen bir dürtüyle arkamı döndüm.
Adrenalin fazlalığından kurumuş gözyaşlarımla son defa baktım villamıza, çok değil birkaç sene önce ne kadar da huzur kokuyordu öyle. Şimdi o kokudan eser yoktu, hatıralarımız birer birer silinmiş meğer. Son zamanlarda yalnızlığın tanımını sorsanız bana, size kuşkusuz burayı gösterirdim. Aslında çok kalabalıktı burası, uşağından tut hizmetçisine kadar her telden insan vardı, benim için hepsi boş bir kalabalık oluşturmuştu. Ben yalnız kalınamayacak bir yerde yalnız kalmayı başarmıştım. Şimdi o yalnızlığımı da sırtlamış gidiyorum..
Son olarak kafamı odamın bulunduğu cama çevirmemle hizmetlilerden birinin bağırışına tanık oldum.
"Küçük hanımı yakalayın!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RONA
FantasiNesin sen? Zihnimin en kuytu köşesinde yer edinmiş bu soruyu onun kavrulmuş ateşine atmaya niyetim yoktu. Aslında daha çok cesaretim yoktu. Hiç düşünmeden ikimizi de atardı o ateşe. Gerçi bakışlarıyla bile yakıp kül ediyordu ya neyse. Onu anlatmama...