2. BÖLÜM

241 16 60
                                    

...

Restoranın dışı normal restorandı. Ama dışında ki camda kocaman Türk ürünleri ve helal ürünler satıldığı çeşitli dillerde yazıyordu.

Içine girince sıcacık bir ortam vardı. Aydınlatmalar olsada karanlık ve küçük bir yerdi. Masalarda Türklerden yanı sıra yabancı insanlar daha çoktu. Ama tabikide Türklerde olduğunu görebiliyordum. Umarım Türk bir garson vardır. Aranmaya başladığımda omzuma biri çarptı ve bu bir anlık sarsılmama neden oldu. Arkama dönüp bağıracağım anda çok yakışıklı bir erkek vardı karşımda. Yüzüne pek bakamasamda yakışıklıydı yani. Ve galiba dilimi yutmuştum. Bana masum ve özür dileyen gözlerle baktığını gördüm. Ellerini birbirine koyup:

"Sorry" dedi. Bense sadece kafami sallayıp gülümsedim.

Ingilizce bilmediğimi zannettiyseniz yanılıyorsunuz. Tabikide iki üç kelime biliyorum. Sadece ne diyeceğimi bilemedim yada dilim tutulduğu için konuşamadım. Ama bu arada benim ne yapıp edip acilen bu lanet koreceyi öğrenmem gerek. Burdan sevgilim olsa fena olmaz herhalde. Çocuk ayrılırken umursamayıp aranmaya devam ettim. Karşıma aniden bir garson geldi.

"Anyanghaseyo" gibi birşey dedi. Ne demekti bu? Bana küfürmü ediyordu yoksa? Şuan mal gibi gözüktüğümü söyleyebilirdim. Garsona boş boş baktım oda bana boş boş bakıyordu. Adam koreliye benzediği söylenemezdi. Gözleri çekik değildi çünkü. Nereliydi acaba? Türk olabilir miydi? Peki o zaman niye merhaba dememişti. Aa doğru ya benim türk olduğumu nerden bilecekti. Anlamamış gibi yüz ifadesi yaptım.

Bu seferde "Hello" dedi. Bende "Hello" dedim. Adam eğer yabancı ise cidden aç kalacaktım. Yüzüne yine bisey bilmiyormuş gibi baktım. Ki zaten bilmiyordum.

"let's take you like this" (Sizi böyle alalım).

Eliyle bir masayı gösterip galiba ingilizce birşeyler söylemişti. Ama yine bisey anlamamıştım. İç çekip oflamıştım.

Acaba ben türkçe birşeyler söylesem Türkçe biliyormudur? Yada anlarmı?

"Merhaba." Ben merhaba dediğim an adamın yüzüme öyle bir bakışı vardı ki çok korkmuştum nedense. Niye böyle bakıyordu şimdi? Gülümseyip ortamı yumuşatmaya çalıştım.

"Merhaba efendim." Diyince adam ikimizde sepebsiz yere manyakça gülmüştük. Bu arada adam dediğime bakmayın. Benim yaşımdan 3 yaş bilemedin 5 yaş filan büyüktür.

"Siz Türk müsünüz?" dediği an bende "Evet" dedim.

Çok heyecanlı biri olduğum için bazen elim ayağıma dolaşabiliyor. Yine sebepsiz yere heyecanlanmıştım işte.

"Sizi böyle alalım efendim." Diyip tekrar eliyle masayı göstermişti. Oturmuştum bende. Nedense sandalye bir anda çok yumuşak gelmişti.

Etrafa göz gezdirdiğimde gözleri çekik insanlardan başka birilerini göremiyordum. Iki üç Türk olsada zaten pek belli olmuyorlardı.

Etrafı kokladığımda kek, çay, kahve ve daha birsürü güzel yemekler kokuyordu. Tabi makarna, pilav, menemen gibi şeyler olsa bile kek ve çay kokuları onların kokularını bastırıyordu.

Adam önüme gelip menüyü çok kibar bir şekilde koydu. Niye bu kadar kibar davranmak zorundaydı bu.

Açıp içine göz gezdirirken başımda dikeldiğini gördüm. Ona baktığımda gülümsüyordu. Off cidden kasıntı.

"Ben tek kişilik kahvaltı istiyorum. Ama çay yerine portakal suyu alabilirmiyim?"
"Tabi efendim."

Efendim ne ya? Çok sinir bozucu.

Türkiye'den Güney Kore'yeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin