YA'ABURNE

31 3 0
                                    

Sıcak bir ağustos akşamı, boncuk boncuk terleriyle kâbusundan uyandı. Karmakarışık düşünceleri beyninde adeta dağ gibi birikmişti. Nefes nefese komodinin üstündeki saate baktı. Rahmetli eşinin hediye ettiği su yeşili saat, gece dördü gösteriyordu. Bir süre elinde tuttu. Çatlamış olan camı okşadı. Gözleri doldu fakat ağlayamadı. Duyguları sel oldu fakat akamadı. Yutkundu, derin bir nefes aldı ve tavana doğru baktı. Belli ki kafası dolu ve karışıktı. Pencereye doğru yöneltti bedenini. Ani bir hareketle ayaklandı. Kırmızı ve turuncunun dans edermişçesine birleşmişliği hakimdi gökyüzüne. Buruk bir gülümsemeyle göğe el salladı. Biliyordu, yanında olamasa da ilk aşkı, biricik eşi onu görüyordu. Eşinden başka her varlığı görüp de her yerinde hisseden Murat, yalnızca biriciğini bulamıyordu. Kaybetmişti.
Evine nazaran elbette daha kalabalık olan İstiklal'e yürüdü. Sanki içindeki kaybettiği çocuğu arıyordu. Yüzündeki endişe, ellerine ve bedenine yansımıştı. Üşüyordu ve titriyordu. Rutin olarak aramazdı eşini buralarda. Bilirdi, sonsuzdan daha uzun olsa da süresi, asla bulamazdı sevgilisini. Yavaş yavaş taşlar hareketlenmeye başladı. Yanmayan sokak lambalarından çıkan rengârenk ışıklar ve hatta küçük meşaleleriyle periler dolanmaya başladı. Şizofreni olmasını asla kabul etmeyen Murat, gördüklerini gerçekle ayırt etme yetisini de karısı öldükten sonra kaybetmişti. Her ne kadar "deli" olsa da kendi görünüşüne dikkat ederdi. Tek sıkıntısı kimseyle konuşmamasıydı. Pekâlâ dili de vardı fakat her insan ona bir tehdit unsuru gibi gözüküyordu. Endişe, paranoya, sefalet ve özlem içinde kıvranan bir canlıydı. Kendisini böyle tarif ederdi. Bugün, daha ilginç bir gündü. Bugün insanları normal olarak görebildiği ilk gündü. Diğer günler insanların suratı devasa bir tuval gibi tüm renkleri barındıran bir eşyaya benziyordu. Korktu. Normalleşmek mi yoksa anormalleşmek miydi tüm bunlar? Karısına ihanet eder miydi insanlaştıkça? Hala canını yakar mıydı ölü birinin? Tırnaklarını yemeye başladı. Durmaksızın beş kilometre kadar yürüdüğünü fark ettiğinde bir banka oturdu. Bir an, gözleri konuşan çimenlere takıldı. Çimenler ona akıl veriyordu. Hışımla ayağa kalktı ve çimenleri ezdi. Bu, onun isyan şekliydi. Daha sonra seslerin kesildiğini fark etti. Sağır olmak bu muydu yoksa bir hezeyan mıydı sadece? Karısının sesini duydu derinlerden. Sesi takip etti. Yürüdü, yürüdü ve koşmaya başladı. Oradaydı. İşte tam karşısında. "Selda!". Beş senedir yalnızca içinden konuşan bu adam, karısını görmesiyle yeni konuşmaya başlayan bir çocuk gibi kekeleyerek ve kendinden eminsizce tek bir kelimeyi üç beş nefeste çıkardı. Şok olmak bu olsa gerek. Şimdiye kadar şok olanların göz ucuyla görmesi bile utanmaları için yeterdi. Öylesi derin, öylesi içten...
Yüzünün tek bir zerresini bile unutmadığı, ömrüm dediği hayatının anlamına, iki gözünün çiçeği Selda'sına yaklaştı. Yine korkuyordu, hezeyan olması muhtemel bu görüntüye bakarken birden ruhu çekilmişçesine ses çıkardı Murat. O, hayal de olsa hiç gözükmemişti. İşte bu yüzden, tüm kemikleri kırılmışçasına bir acı duydu vücudunda. Yaklaşmaya karar verdi. Yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Arada dört metre vardı böyle hesap etmişti ki Selda arkasını döndü. Yaklaşık beş dakika gözyaşlarıyla süslenmiş bir bakışmadan sonra Murat aniden Selda'sına dokundu. O an, tüm dünya çökseydi hatta evren yok olsaydı da dokunmasaydı diye pişman oldu. Selda, gerçek idi. Bu, ona mutluluk hissi vermemiş aksine çok berbat ve perişan haldeydi. Selda'sı ölmemiş, ondan kaçmıştı. Biricik aşkı, gözünün bebeği... Gökyüzüne karşı yüzünü çevirdi ve anladı ki hiçbir gerçek düşünülen gibi kişiye haz veremiyordu. İnsanlar fazla hayalperest veya ahmaktı. Geri kalan hayatında ise yaşamaya ya da sadece nefes almaya karar verdi başkahraman.

'Cellâdına Âşık Olan Mahkûm'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin