Erkeğin ağırlığı altında ne yapacağını bilemiyordu. O, kocasıydı; az önce en derin yakınlığı paylaşmışlardı. O zaman neden kendini bir insana hiç bu kadar uzak hissetmediğini düşünüyordu.
Canı acıyordu, gerçekten acıyordu ve kocası, hala seğirmeye devam eden vücudunu, kollarının üstünde kaldırarak ona baktığında ruhu da acımaya başladı. Gözyaşlarının arasından onun gri gözlerinin nefretle parladığını görebiliyordu. Bedeni hala Catherine'in bedeninin bir parçasıyken nasıl böyle bakabiliyordu? Nasıl?
Erkeğin suratı, sımsıkı birbirine bastırdığı dudakları yüzünden daha da gergin duruyordu. Bir başkası görse, o dudakların bir daha asla açılamayacak kadar kasıldığını söylerdi. Oysa açıldı:
"Sürtük! Seni, yalancı sürtük!"
Catherine, hıçkırarak başını yana çevirdi. Kocası, bedenini onunkinden ayırıp dizlerinin üstünde doğruldu. Bir eli sertçe Catherine'in çenesini kavradı.
"Ağır mı geldi? Senin gibi bir fahişe daha fazlasını hak ediyor, inan bana!"
Catherine, başını iki yana sallarken gözlerini kapatmıştı. Yanaklarından kayan yaşlar kocasının ellerini ıslatıyordu.
Marcus, yüzünün onunkine iyice yaklaştırdı.
"Bir daha asla! Asla benim yanımda ağlama! Gözyaşların bundan sonra bende işe yaramaz!"
Doğrulup paldır küldür yataktan aşağı indi. Çıplaktı, çırılçıplak ve doğru kapıya gidiyordu.
"Marcus!"
Erkek olduğu yerde döndü.
"Bir daha bana ismimle hitap etme! Seni bundan men ediyorum!"
Yeniden dönüp kapıya yürüdü. Çıkmadan önce başını bile çevirmeden, zehir gibi bir sesle, "Dua et de bu gecenin istenmeyen sonuçları olmasın!" dedi.
Ve sonra, odanın kapısını menteşelerinden sarsacak bir güçle çarparak kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOŞA GEÇEN YILLAR
Historical FictionZaman her şeyi değiştirir. Catherine'in sıradan olan ve sıradan devam etmeye mahkum hayatı Marcus Thorne'la karşılaştığı andan itibaren değişmişti. Tanıştıktan bir gün sonra onunla nişanlanmış, bir ay sonra evlenmişti. Hiçbir zaman toz pembe düşle...