O da arabadan indiğinde gözlerini bana çevirdi. "Piyano çalmayı sever misin?" Yönelttiği soru ile onu gözlerimin hapsine aldım.
"Biliyordum, ancak uzun süredir çalmıyorum, unutmuş olabilirim..." Çakır rengi gözleri, gözlerime kilitlenmişti. Derin bir iç çekti.
"Tekrar hatırlatırım sana o zaman." Yanıma doğru yaklaştı. "Seni yönlendirmeme izin verir misin lütfen?" Nazikliğine karşı tebessüm ettim. "Tabii ki, teşekkür ederim," elini belime yerleştirdiğinde vücudunun titrediğini fark ettim.
"İyi misin?" Suratında garip bir gülümseme vardı. "Sadece heyecanlandım," dediğinde gülümsedim. Heyecanlanması çok garipti. İçimde anlamlandıramadığım şeyler hissediyordum.
Hayır, bu hoşlantı değildi. Benim için heyecanlanan birilerinin olması sanırım beni mutlu etmişti. Gözlerimi ondan çekip etrafa bakınmaya başladım.
Dış rengi gri olan tek katlı bir bina karşımızda duruyordu. Uzaktan sadece kutu gibi duruyordu. Adımlarımızı binaya doğru yönlendirdiğimizde görüş açıma yeni şeyler de giriyordu. Giriş kapısı altın varaklıydı... Görgüsüzlük olarak algılamayın ama sanırım gerçekten altındı.
Yiğit Bey'de araştırılsın.
"Ne işimiz var burada?" Diye sordum. Nereden çıkmıştı birden piyano? "Sadece ayak uydur," laf çarpamadan kapının tam önüne geldiğimizde açıldı. İçeri doğru bir adım attığımda içerideki koku çok hoştu. Defne yaprağı kokusu...
Yiğit hemen arkamdaydı. "Burası yaklaşık on sekiz senedir var, babamdan kalan bir miras..." ona bakmadan gülümsedim. "Çok güzel," hayranlıkla çıkan sesime engel olamadım, o da tekrarladı. "Evet, çok güzel, uğruna ölünebilecek kadar..." hayranlık kokan sesi şaşırtıcıydı. İlk defa böyle çıkıyordu sesi, sanırım burası onun için çok özeldi.
Birkaç adım ilerledik. Önümde bir sürü merdiven vardı. "Sahnenin hemen arkasında birisi var, senin için bir elbise ayarladım. Eğer giymeyi kabul edersen lütfen giyer misin?" Ona itaat etmiyordum. Ancak beni hiçbir şeye zorlamaması beni çekiyordu. "Deneyeceğim..." elini uzattı. "Merdivenlere bitene kadar eşlik etmeme izin verir misin, Kızıl?" Gözlerime çok derin bakıyordu, içinde kanayan bir yarası vardı. Bunu göstermekten çekinmiyordu. "Tabii ki," elimi, eline doğru bıraktığımda nazikçe tutarak merdivenleri inmeye başladık.
Merdivenlerin hizasında koltuklar sıralanmıştı. Bordo koltuklara eşlik eden siyah ve bordo duvarlar hoş ama boğucu bir görüntü katıyordu. Dışarıdan basit bir kutu gibi görünen yerin içerisi bir şatonun en özel yerini andırıyordu. Sahnede bordo perdeler ve simsiyah bir piyano vardı. Hayatımda ilk defa bu kadar siyah bir şey gördüğümü fark ettim.
Merdivenler bittiğinde elimi yavaşça çektim. Bana dönük olan suratında beklenti dolu bir ifade vardı. Bakışları rahatsız edici bir hâl almaya başladığında sakince konuştum."Ben şey yapayım. Elbiseye bakmaya gideyim..." sadece gözlerime bakıyordu, ancak ruhumu öylesine inceliyordu ki, karşısında çırılçıplak kaldığımı düşünüyordum. Sahnenin arkasına doğru ilerledim.
"Mayda Hanım!" Adımı duyduğumda sesin geldiği yöne baktım. Sarışın, kıvırcık saçlı bir kadındı. "Bu taraftan gelin lütfen," yönlendirdiği tarafa doğru ilerlediğimde giyinme kabinine girdik. Geniş olan giyinme kabininde beyaz bir elbise asılıydı. "Size yardım etmek için görevlendirildim." Bana yardım etmek için?
"Bana yardım etmek için mi?" Kafasını aşağı, yukarı salladı. "Neden?" Üstümdekileri yavaşça çıkartmaya başladım. "Bilgi veremiyorum, üzgünüm." Ülkeye giriş şifresini mi sorduk? Ne gizliliği ya?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş'in Kızılı
ChickLitDüzenleniyor! "Seni ne kadar sevdiğimi öğrenmek istersen yere düşen yağmur damlalarını tutmaya çalış, tutabildiklerin senin sevgin, tutamadıklarınsa benim sana olan sevgimdir." Gözlerinde ki sevgi parıltıları elimi ayağıma dolaştırıyordu. Çakır r...