2. BÖLÜM
"Daha fazla sorun çıkarıp anneni çıldırtmayı istemiyorsun, değil mi?" diye sordu ona dikkatle bakıp beynini içindeki tilkileri gören dadısı.
"Ben mi sorun çıkarıyorum!" dedi Azra şaşkın bir tonda. "24 yaşında olgun bir kadının olduğu özgürlüğe sahip olmam gerekirken, hala ufak bir çocuk gibi gözetilip emirlerine uymam için baskı altına alınan, ben mi huzursuzluk çıkarıyorum!"
Dadısı haklı olduğu kadar haksız olduğunu vurgularcasına sessiz kalıp bakışlarını cama çevirdi.
Onu takmadığını, özgürlüğünün umurunda olmadığını, ve annesine verilen sözlerin daha önemli olduğu kanısına varan kız küstü içten içe. Yerine huzursuzca kıpırdandı, derin bir nefes alarak, "Keşke hiç doğmasaydım." diye huysuzlandı. Az evvel reddettiği çocuksu bir tutumla surat astı.
"Allah korusun Prenses." dedi dadısı şefkatle kızın eline uzanırken.
"24 yaşındayım. Okulum bitti. Mesleğimi yapmam gerekirken iki kere zorla nikâh masasına oturtuldum, buna boyun eğmediğim içinde sürgün edildim."
"Annen senin iyiliğini istiyor."
"Annem benim zengin bir kocam olmasını, boy boy çocuklar doğurmamı istiyor, hepsi bu. Mutlu olmamın onun için bir önemi yok."
"Seni çok sevdiğini biliyorsun."
"Evet elbiselerini de çok seviyor ama ikinci defa giymiyor."
"Kendini bu kadar değersiz görme."
"Bunun hiçbir şeyi değiştirmediğini sen de çok iyi biliyorsun dadı, sevdiği kadar inatçı da, evlendirmeden asla pes etmeyecek. Maddi açıdan bir sıkıntım yok, eee evde kalacak kadar çirkinde değilim, neden bu hayreti bir çözebilsem."
Dinle külahım dinle yapan dadısı gözlerini kapatarak yerini ayarladı. Kaliteli deri koltuklara gömülürken ağaçların arasında sakin bir şekilde ilerleyen aracın camından dışarı baktı. "Biraz kestirmeye ne dersin?" Gözlerini kapadı, kollarını göğsünün altında bağladı.
"Yola çıktığımızdan beri yaptığımız tek şey bu değil mi zaten."
"Eğer kaçmayacağından emin olsaydı annen, mola vermemesi için şoförü tembihlemezdi."
Azra şoför ve korumayla ilerledikleri ön camdan yola baktı. Annesi işini garantiye almıştı. Birisi yorulunca diğeri geçiyordu direksiyona, refakatle gittiği tuvalet molasını saymazsa, hiç durmadan seyir ediyordu araç. Böylece sorunsuz bir yolculuk oluyordu.
"Uçakla gidebilirdik."
"Geçen sefer uçaktan bile kaçmıştın?"
"Ama annemin evlendirme azminden kaçamadım, değil mi?" Yüzünü astı genç kız. "Beni sürgün ettiği yere bak. Yüzünü bile görmediğim, nasıl biridir bilmediğim bir ihtiyarın siyatik ağrılarına masaj yapacağım. Bu dağ başında mahsur kalıp, yaşlı ve bakire bir kız olarak öleceğim."
Tek gözünü açıp genç kıza bakan dadısı sinsice gülümsedi. "Çok şükür, diğer kızlar gibi kendini birisine teslim etmemen çok akıllıcaydı."
"Beş abisi olan bir kıza tek yaklaşan kişi, ya dört ayaklı kedidir, ya da evlilik hayali kuran ahmak bir kişidir. Hem abilerimi nasıl ikna etti annem, onlar buna nasıl izin verdi anlamıyorum."
"Eğer konuyu bilselerdi izin vermezlerdi, emin ol. Seni ancak babaannenin dizginleyeceğini belirtti."
"Kahretsin, herkesi ayakta uyuttu süslü... süslü..." Sustu ve somurttu. Hakaret bile edemiyordu çünkü öfkelendiği kişi annesiydi!
Dadısı gözlerini kapatarak garip bir ses çıkarıp inledi. Sonrada kapalı gözleriyle kızı kendine çekip "Uyu artık, daha çok yolumuz var." diye söylendi. Göğsüne başını yaslayıp saçlarını okşarken motive edecek sözler söylemek yerine horladı. Hızla kulağının zarına horlayan kadından uzaklaşıp cam kenarına çekildi ve ıssız ağaçların sakladığı ormanı izlemeye koyuldu. Onu inzivaya çekiyorlardı resmen, kuş uçmaz kervan geçmez bir adada, bir yaşlının refakatinde sabah akşam sıkılmaktan ölmesini mutlulukla bekleyeceklerdi. Dadısına baktı.
Azra nasıl uyuyacaktı ki, hem de böylesine öfkeliyken ama dilediği gibi olmadı. Biraz söylendi, biraz huysuzlanarak sinir krizi geçirdi ve bu süreçte horlayan dadısı arada gözlerinin kıyısından onu seyretti. Sonunda pes etti. Dadısının ona uzattığı kitabı dizlerine koyarak sayfalarını çevirmeye başladı. Yollar akıp giderken gözlerinden, kucağında sımsıkı tuttuğu kitap parmaklarının arasından kayarak yere indi ve başı pahalı aracın kaliteli derisine yaslanarak, huzurlu bir uykuya yenik düştü.
Ve saniyeler mi yoksa saatler mi sürdüğünü bilmediği uykusunun içinden, ani bir frenle öne savrularak uyandı. Emniyet kemeri takılı olmadığı için yerinden fırlayıp düşen kıza panikle uzanan dadısı, "Azra, iyi misin kızım?" diye sordu.
"Yavaş olsana Tarık abi, içimizi dışımızdan evvel mi yetiştireceksin dağ başına. Bu nasıl bir duruş."
"Kusura bakmayın küçük hanım, önümüze bir ağaç devrilmiş, yağmurdan dolayı fark edemedik." dedi orta yaşlı adam üzgünce.
Azra merakla camdan dışarı baktı, dev bir ağaç yollarını kapamıştı. Dalları öyle büyüktü ki, onun kendiliğinden oraya devrilmediğini, bir baltanın eseri olduğunu ilk bakışta herkes anlıyordu.
"Dağcılar yola deviriyor ağacı, arabaya yüklemesi kolay olsun diye." dedi Tarık Bey açıklama yaparak. "Onlar geri dönene kadar burada mahsur kaldık."
"Ne mutlu, en yakın havaalanına dönelim, ben de geri döneyim." diye sevinerek söylendi.
"Tarık Bey, ne durumdayız?" diye sordu Serra dadı onu sinek gibi savarak.
"Yağmur çok şiddetli, bakmam lazım göremiyorum." dedi Tarık Bey kapıyı açıp şemsiyesini açarak dışarı çıkarken.
Tarık Bey'in küçük oğlu ve yedek koruması Oğuzhan'da derhal arkasından çıktı. İkili bir süre yağmurun altında, durum kontrolü yaptı. Çamurların içindeki orman yolunda dolandıktan sonra geri döndüler. Hafif soğuk kuşanmış olan rüzgârla açılan kapıdan içeri girdiler. "Bu halde o ağacı yerinden kıpırdatmak imkânsız Serra Hanım. Oğuzhan burada kalsın, ben etrafa bakayım. Hatırladığım kadarıyla yakında bir köy vardı, yardım bulmaya çalışayım." dedi iç gererek.
"Köy mü?" dedi Azra sırılsıklam olmuş yaşlı adama bakarken.
"Evet küçükhanım, gideceğimiz yere az kaldı. Fakat bundan başka yol yok, ormanın içinden araçla gidemeyiz. Ben yardım bulayım."
Tarık Bey'in gitmesinden yaklaşık on dakika sonra yağmur iyice hızlandı. Yerinde duramayan Oğuzhan babasını merak ettiği için endişeden araçta duramıyor, bir çıkıp bir geri dönüyordu. Sonunda daha fazla dayanamayarak, "Serra Hanım, bir baksam mı yola, gideli hayli oldu." diye sabırsızca sordu. "İki saat geçti hala haber yok, giderken yarım saate dönerim demişti."
"Oğlum yağmur hızlandı, bir yere sığınmıştır."
Oğuzhan babasını tekrar aradı, etrafa baktı endişeyle ama yağmur cidden çok yoğun yağmaktaydı. "Telefonu cevap vermiyor, başına bir şey gelmesinden korkuyorum."
"Git Oğuzhan, sen bizi merak etme, aracın içinde başımıza ne gelebilir ki?" dedi Azra genç adamın endişesini görünce dayanamayarak.
Önce izin vermese bile genç adamın haklı olduğunu düşünen Serra Dadı, "Git ama telefonun açık kalsın." diyerek uyardı. Araçtan çıkan genç adam hızla gözden kaybolurken, yağmur tekrar başlamış, kısa sürede göz gözü görmez hale gelmişti. Aradan yarım saat geçti ama kimse dönmedi. Endişe ikili iyice tedirgin etti.
"Dadı bir şey olmasın?"
"Olmaz." dedi Serra Hanım kendinden emin halde. Aslında o da bu dağ başında korumasız kaldıkları için hayli tedirgindi.
"Ya başlarına bir şey geldiyse?"
"Gelmez." dedi bu sefer kaygısız bir ifadeyle, "Dönecekler, yağmur bastırınca sinmişlerdir bir yere."
Camdan gözlerini kırpmadan bakarken Azra, havanın yağmur sonrasında bile gri bulutlarla akşam etkisi sunduğunu fark etti. Sabırsızca beklerken, "Biraz uyu." diyen kadının sesiyle sert bakışları ona döndü.
"Dağ başında tek başımıza bir aracın içinde mahsur kaldık ve sen, biraz uyu mu diyorsun?"
"Evet."
Bazen bu kadını anlamak, Albert Einstein'ı anlamak kadar zordu. Kaşlarını çatarak, "Ya biri bizi fark edip, tek olduğumuzu anlayıp başımıza iş açarsa? Ya eşkıyaların bizi gafil avlarsa... Ya bu ağacı kesen dağcılar bilerek bize tuzak kurduysa? Çok rahatsın doğrusu. İkimizin de bekâreti tehlikede olabilir. Bence aracı geri çevirip eve dönmeliyiz."
Kadın ona yan bir bakış atınca, "Tamam sadece benimkisi tehlike de, seninkisi be..." Çimdiği yiyince "Ya eşkıyalar gelirse..." diye cırladı Azra hırsla.
"Kızım ne eşkıyası, kaldı mı bu devirde öyle şeyler. Dağcılar sık sık keser burada ağaç, içi çürümüşleri keserler gördüğün gibi." Kitabını elinden aldı. "Okuma bu saçmalıkları, iyi etki sağlamıyor sana."
"Ah tabi medenileşti artık isimleri, öncekilerin eşkıyası şimdilerde mafya ya da kötü adamları olarak değişti. O zaman daha fena ya, maf..."
"Ah Azra ah, yeter artık motorun soğusun."
Surat asan Azra onu yıldırma girişiminden sonunda vazgeçti. Hareketsiz duran yola bakarken, hayal kırıklığı duygusunun bedenini kapladığını hissediyordu. Bu yağmur ne zaman dinecekti? Zaman homurtularına karışan horlama sesiyle akıp gitti.
Bir süre sonra iyice sıkılan Azra dadısını koluyla dürterek uyandırdı. "Yağmur durdu, hala ortada yoklar."
Elindeki telefonu bilmem kaçıncı arayışıydı. Serra Dadı meraklı kaşlarını kaldırarak camdan dışarı baktı ve esnedi. Onun bakışlarını takip eden Azra'nın bakışları kararmaya başlayan havaya kaydı. Kara bulutlar yarım saate kalmadan üzerlerini bir pelerin gibi kaplayacaktı. Ne kadar ürkütesiydi buralar, sık ağaçlarla bezeli verimli arazinin vahşi güzelliği iliklerine kadar titremesine yol alıyordu. Medeniyetten, insanlıktan, hatta rahat yaşamdan kilometrelerce uzaktaydılar, bir adada, vahşi bir dağ başındaydılar. Ailesinden de uzaktaydı üstelik. Sürekli şikâyet ettiği, korumacı yanlarından bıktığı abilerini bile özleyecek kadar uzaktı, ve annesinden, emirlerinden, sorgulamasından, sorumluluklarından, evlilik gibi kavramlarından da kilometrelerce uzaktı. Sevinse mi üzülse mi, bilemedi?
"Bu kadar korkma, ben varım yanında. Al ye şunlardan acıkmadın mı?"
Omzunu sarstı çocuktu bir tutumla. Bakışları tekrar ormana dönerken, karamsar kalbi sıkıştı. İki dakika sonra uykucu dadısının horlamasıyla gözleri ona dönerken, durumunun o kadar da kötü olmadığım düşündü. Evlilik yoktu, abileri yoktu, sorumlulukları yoktu, artık prangaları yoktu. O an senelerdir taşıdığı, omuzlarındaki gülleler düşüverdi. Sanki boğazını sıkan el çözülmüş gibi, yıllardan sonra ilk kez rahat bir nefes aldı.
"Allah'ım..." dedi heyecanla. "Özgürüm."
"Özgürlük mü?" dedi horlamasını yarıda kesen dadısı tek gözünü açıp, koluna çimdiği basarken.
Kolundaki acıyan yeri ovalarken dudaklarını büzen kız, "Yani kısmen özgürüm, annem ve abilerim yok." diye huysuzlandı.
Azarlayan dilini şaklattı Serra Dadı. "Bu kez cidden başın belada, farkında değil misin?"
"Size inanmıyorum. Babaannem kötü bir insan değil!"
Dadısı sinsice güldü. Azra gözlerini kıstı.
"Elbette değil ama otoriter birisi. Çok sert birisi olduğunu hala unutmadım." Serra dadısı bile onu görüyormuş gibi irkildiyse, kesin kötü birisi olmalıydı.
"Onu çok uzun zamandır görmedim, neredeyse unuttum."
Bakışları dadısına didikledi. "Sahi dedemle neden boşanmışlar? Neden bu konu hakkında konuşmuyorlar? Oysa dedem çok düşkünmüş zamanında ilk karısına, biliyorum."
Kadın omzunu silkti, kıza huzur dolu kısa bir an bahşederek, bir süre camdan dışarı baktıktan sonra sessizliğini bozdu. "Burada çok kalmayı istemeyeceksin, o kadar mutlu olma. Burası sana mükâfat değil ceza olacak." dedikten sonra yaşlı kadın suratını astı. "Burada anlaşacağım biri olsa bari, yoksa zaman nasıl geçer?"
"Şaka mısın sen? Dağ başındayız, köyün kenarındayız, herkesin sevmediği nemrut bir babaannem var ve sen... Allah aşkına, medeniyetin bile unuttuğu bu dağ başında, huzurun mümkün olabileceğini nasıl düşünürsün?"
Abisinin veda ederken dediğini hatırladı, tüyleri diken diken oldu. "Orası tam bir mezar kasabası, ölsem daha eğlenceli oluru onca zaman."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞANSA BAK! (Talih serisi-3)
Chick-LitTANITIM TÜR: Romantik, Komedi Allah'ım, babamdan ve bir nevi kendini Nazi Subayı sanan ağabeyimin yardımcısı olan Nazi Nalan'dan beni kurtardığın için bana bu Şansı verdiğin için, şükürler olsun! " derken, başıma geleceklerden habersiz olan ben: Azr...