Şehrin varoş bölgelerinin dar sokaklarından birisinde sekiz dokuz yaşlarında görünen bir çocuk deliler gibi koşuyordu. Gözlerindeki korkuya bakılacak olursa birisinden kaçıyor gibiydi. Saçları dağınıktı. Saç rengi kirden ve yağdan neredeyse belli olmuyordu. Korkuyla dolu gözleri kahverenginin en koyu tonlarındaydı.
Küçücük bedeni uzun süre koştuğundan dolayı yorulmuşa benziyordu. Arkasını dönüp kontrol isteğini bastıramadı. Gözleri onu hemen arkasından kovalayan siyah kapüşonlu kişiyi gördüğünde büyüdü. Hızlı bir hamleyle solunda kalan karanlık bir sokağa saptı. Sokak o kadar dardı ki gündoğmuş olmasına rağmen hâlâ karanlıktı.
Çocuk bir süre daha koştuktan sonra sokağın sonundaki tuğlalarla örülmüş duvarı gördüğünde gözlerindeki korku daha da belirginleşmişti. 'Kahretsin! Çıkmaz sokağa sapmışım!' diyerek içinden geçirmişti o anda.
Tam arkasından gelen alaycı sesle bütün bedeni bir anda titremeye başladı. "Hah... Benden daha fazla saklanabileceğini mi sanıyordun çocuk? Genç efendiyi kızdırdıktan sonra gerçekten hayatta kalabileceğini mi sanıyorsun?" diye alaylı bir ses tonuyla konuştu kapüşonlu kişi.
Küçük çocuk dişlerini sıkmıştı. Gözlerini yummuş ve ellerini yumruk yapmıştı. 'Bu kadar mıydı? Burada ölecek miyim? Anne, baba ve abla... Çok özür dilerim... Sizi yüzüstü bıraktım...' diye içinden geçirirken sıkıca yumduğu gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Sıktığı yumruğundan azar azar kan damlamaktaydı yere. Ölmek istemiyordu. Hele böyle bir yerde, böyle bir kişi tarafından ölmek istemiyordu. Tam o sırada kalın bir ses duyuldu sokakta. "Tanrım... Ailesine güvenen başka bir aptal daha... Kim size çocuklara zorbalık yapabileceğinizi söyledi ki?" Ses tonundan gerçekten iğrendiği belli oluyordu bu kişinin. Kapüşonlu adam hızlıca kafasını yukarı kaldırdığında yutkunmadan edemedi. Omunla aynı anda çocukta yukarı bakmıştı.
Renkli işlemelere sahip beyaz cübbeler giyen üç kişi binaların üstünden etraflarını sardı. Siyah kapüşonlu adam hemen kılıcını çekip bir iki adım geriledikten sonra gardını aldı. "Siz de kimsiniz!? Ben Uluyan Kurt Klanı'nın klan liderinin yeğeniyim. Çekilin önümden ve bu çocuğu bana bırakın!" diyerek kükredi.
"Bir başka soylu salak daha..." dibine kadar iğrenme dolu tatlı bir ses siyah kapüşonlu adamın hemen arkasından geldi. Adam başını yana çevirerek arkasına döndüğünde şaşırmadan edemedi. Çatıdakiler gibi beyaz cübbe giymiş, daha önce hiç görmediği kadar güzel iki kız hemen arkasında çatık kaşları ve iğrenme dolu bakışlarla kendisine bakıyordu. Gözlerinde anlık bir parlama olurken hemen kafasındaki fikirleri kovmaya ve mantıklı düşünmeye çalıştı.
Şu anda beşe karşı bir durumdaydı. Kesinlikle avantajsız bir konumda olmakla birlikte bu beş kişi arkasındaki gücü kesinlikle umursamıyor gibi görünüyorlardı. Dişlerini sıktı ama bir hareket yapmaya cesaret edemedi. Yanında daha fazla kişi getirmediğine pişman olmuştu. Ama nereden bilebilirdi ki beş kişinin bu küçük çocuğu korumaya çalışacağını...
"Çocuğu bize bırak ve buradan ayrıl. Biz de bu olayları hiç olmamış varsayalım." diye konuştu kalın sesli genç. Kapüşonlu adam konuşan gence baktı. Kırmızı işlemeli beyaz cübbesinin altından yapılı vücudu belli oluyordu. "Genç arkadaşlarım..." diyerek söze girdi. Sesinde bu sefer eski kibri yoktu. "Bu çocuk klanımın genç efendisinin yani kuzenimin itibarının zarar görmesine neden oldu. Çocuğu bana verirseniz olay çıkartmadan döner ve bütün bunları hiç olmamış gibi sayacağım. Aksi halde Uluyan Kurt Klanı'm sizi..." ancak daha sözünü bitirmeden sarı işlemeli beyaz cübbeli genç elini kaldırmıştı.
Sağ avucunu yana doğru açtığında elinde bir mızrak belirdi. Siyah çelikten yapılmış sapı oldukça sağlam görünüyordu. Mızrağın ucundaki gri çeliğin sapla birleştiği yerde altın çıkıntılar geriye doğru sivrilerek uzuyordu.
Mızrak beyaz cübbeli fencin eline geçtiği anda kırmızı ve mor yıldırımlar mızrağın ve gencin etrafında dönmeye başladı. Ortaya çıkan yıldırımlar küçük birer ejderha gibi görünüyordu. Kırmızı ve mor yıldırımdan oluşan küçük ejderhaları görünen kapüşonlu adamın bütün bedenine bir ürperti yayıldı. Konuşmaya çalıştı ancak ağzını açtığında birkaç anlamsız ses çıkmıştı. O anda konuşma yeteneğini kaybetmişti sanki. Kendine daha fazla hâkim olamayan adam daha fazla orada duramadı. Arkasını döndüğü gibi koşarak sokaktan uzaklaştı. Kapüşonlu adam uzaklaştıktan sonra Dylan mızrağı tekrar depolama yüzüğüne koydu. Mızrağın kaybolmasından sonra da yıldırım ejderhaları hiç var olmamışlar gibi gökyüzünde yok olmuşlardı.
Tüm bunların merkezinde olan küçük çocuk ise bacaklarına daha fazla hâkim olamadı. Bacaklarındaki güç boşalınca kıçüstü yere düşmüştü. Ancak buna hiç aldırmadan gözlerindeki hayranlıkla Dylan'a bakıyordu.
"Hey Dylan! Adamı çok fena korkuttun dostum... Neyse ki gözlerini görmedi. Gözlerini de görseydi ruhunun bedenini terk edeceğine eminim. Hah ha." Gür bir kahkaha bütün sokağa yayıldı. Dylan kahkahanın sahibine, Reinhard'a kapüşonun altından umursamaz bir bakış attıktan sonra daha fazla ilgilenmeden bulunduğu çatıdan aşağıya atladı. Bina fazla yüksek değildi. Hemen hemen 6 metre yüksekliğe sahipti.
Dylan yere ayak bastığında önce biraz çömeldi ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı. Başını çevirip küçük çocuğu süzdü iyice. Sekiz veya dokuz yaşında, yaşıtlarıyla hemen hemen aynı vücut oranlarına sahipti. Ailesinin maddi durumlarının pekiyi olmadığı küçük çocuğun giydiği yamalı tişört ve yırtık pantolonlardan belli oluyordu. Ayrıca yüzünün belli kısımları kirliydi.
Derin bir iç çektikten sonra hafif adımlarla küçük çocuğa doğru yaklaştı. Yaklaşırken de iki elini kapüşonuna atmış ve yavaşça geriye doğru çekmişti. Kapüşon açıldıktan sonra ortalama uzunluktaki kar beyazı saçları özgürlüklerine kavuşmuşlar gibi bir ileri bir geri sallanmaya başlamıştı. Yakut kızılı gözleri karanlık sokakta parlamaktaydı. Dudakları iki yana doğru genişlemişti. Yüzünde şefkatli bir gülümseme vardı.
Dylan'ın bu halini gören arkadaşları şaşırmışlardı. Genellikle pek bir duygu hissetmezlerdi. Kapüşonu sürekli başında olduğu için de yüzünü nadiren görürlerdi. Ama her gördüklerinde de tekrar tekrar şaşırıyorlardı. Gruptaki her erkek yakışıklı, her kız güzeldi. Ama Dylan'ın hepsinden ayrı bir havası vardı.
Kendisine hâlâ şaşkınlık ve hayranlıkla dolu gözlerle bakan çocuğun yanına geldiğinde elini uzattı. Küçük çocuk bir düre kendisine uzatılan ele baktı. Uzun zamandır ailesi dışında hiç kimse kendisine bu kadar nazik davranmamıştı. Kısa bir tereddüdün ardından Dylan'ın elini tuttu. Ayağa kalkmasına yardım ettikten sonra Dylan elini çocuğun omzuna attıktan sonra tek dizinin üzerine çömelip aynı boya geldi. "İyi misin? Bu herif kimdi ve senden ne istiyor?" diye sordu.
Çocuk gelen soruya karşılık birkaç saniye susmuştu. Başını yere eğmiş bir şekilde durduktan sonra konuşmaya başladı. "U-Uluyan Kurt Klanı Demirdağ Şehri'ndeki soylu ailelerden birisi. Babam şehirde küçük bir demirci atölyesi işletiyordu ve yaptığı silahları da bu klana değerlerinin altında bir fiyatla satıyordu." dedikten sonra bir süre duraksadı. Başı hâlâ yerdeydi. "Dün akşam klanın genç efendisi atölyeye gelip babamdan ufak bir hançer istedi. Babam ise zamanın çok geç olduğunu, eğer çok lazımsa güneşin ilk ışıklarında atölyeyi açıp hançeri yapabileceğini söyledi." diyerek devam etti. Küçük yumruklarını tekrardan sıkmaya başladı. Gözlerinden az da olsa yaşlar akmaya başlamıştı.
"Klanın genç efendisi şafağı beklemeyeceğini ve hemen yapılmasını istedi. Babam tekrardan yapamayacağını belirttiğinde ise sinirlenip kişisel muhafızlarına babamı yakalamalarını emretti. İki muhafız aniden babamın üstüne gidince babam hiçbir şey yapamadı. Genç efendi, muhafızları ve yakalanmış babam ile atölyeden çıkacakları sırada ben nereden bulduğumu tam hatırlayamadığım küçük bir meyve bıçağıyla genç efendiye doğru koştum. Yakınına geldiğim anda zıplayarak sırtına sapladım bıçağı. İşte... Ondan sonra da onlardan kaçmaya çalışıyordum." diyerek bitirdi sözlerini. Artık kendini bırakmış, hıçkırarak ağlıyordu.
Dylan boştaki elini sıktı. Oldu olası insanlara mevkiisini kullanarak üstünlük kuran soylulardan nefret etmişti. Halka yardım edecekleri yerde onları sömürmelerinden ölesiye nefret ediyordu. "Isabel, Ariane... Bu ufaklığı size emanet ediyorum. Reinhard. Benimle geliyorsun. Hesap sormamız gereken bir klan var!" dedi. Isabel ve Ariane başlarıyla onayladıklarını gösterdi. Reinhard ise yüzündeki hınzırca gülümseme ile yumruklarını tokuşturdu. "İşte şimdi benim dilimden konuştun dostum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennet'in Düşüşü(Düzenlenecek)
FantasyŞeytan Cennet'ten kovulduktan sonra Cehennem'de oldukça güçlü bir ordu kurdu. En büyük ordunun bile yanında küçük kalacağı bu devasa orduda efsanelere konu olmuş milyonlarca yaratık bulunuyordu. Yaratıkların yanı sıra öldükten sonra Cehennem'e gönde...