S 3

224 16 4
                                    




Yoğun bir karmaşa içerisinde İstanbul Havaalanına vardığımızda elimdeki valizi Simge ile beraber hızlı hızlı sürüyordum.

Ve Simge'nin hali benden de beterdi. Çok sık yurt dışına çıkmıyordum bu nedenle çıkış işlemleri yaparken telaşlanıyordum ancak Simge çok daha berbat bir şekilde aklını kaçıracak gibi oluyordu. Oysa ki onun yurt dışına çıkış sıklığı benden de fazlaydı çünkü ailesi İsviçre'de yaşıyordu. Onun durumunun bir nevi travma olduğunu düşünüyordum çünkü bana bir zamanlar ailesinin tüm yıl hazırlanıp gitmek için can attığı bir tatilin, kendisi sırf kimliğini evde unuttuğu için iptal olduğunu ve iki hafta boyunca tüm ev halkı tarafından psikolojiken linçlendiğini anlatmıştı.

O an buna gülmüştüm ancak ne zaman İsviçre'ye, ailesini ziyarete gidecek olsa ona havaalanlarında eşlik etmemi istese, bu gerçek bir daha yüzüme çarpıyordu.

"Tamam ee, kimliğimi, yanımda. Telefonum, yandımda. Makyaj çantam, yanımda, kulaklığım... Nova! K-kulaklığımı-"

"Cebinde," diyerek onu susturdum ve Simge elini cebine atıp "Ohh, buradaymış," derken onu es geçip dış hatlar uçuşlarının yazılı olduğu dijital ekrana bakıp kapı saatini doğruladım.

South Korea, Seoul
Incheon International Airport 05.15AM

Derin bir nefes vererek Simge'yi dış hatlar uçuş bölümüne sürüklemeye başladım. Mehmet Bey online üzerinden check-in yapmıştı bizim için. Bu nedenle sadece telefonlarımıza gelen barkotu okutarak güvenliği geçecektik. Valizlerimizi de yanımıza alacağımız için duraksamaya hiç gerek yoktu.

Bugün 17 Temmuz'du. Yaklaşık bir ay su gibi akmıştı ve biletlerimiz The Ring tarafından yapılmıştı ancak tabii Simge bilet parasını kendisi yatırmıştı çünkü ajans onun masraflarını üstlenmeyi kabul etmemişti ama zaten bu onun için hiç sorun değildi çünkü babası İsviçre'de kentsel dönüşümlerde yer alan bir müteahhitti yani bu demek oluyordu ki bir nevi zibil gibi paraları vardı.

Hızlı adımlarla güvenlikleri geçtikten sonra adımıza yer ayrıttığım loungelardan birine ilerledik ve işlemleri onaylattıktan sonra geniş alana girdik.

Yurt içi uçuşlarımda genelde loungelara girmeyi tercih etmezdim ancak yurt dışına çıkarken çok eğlenceli oluyordu, sebebini bilmiyordum.

Simge ile içeri girdikten sonra açık büfe atıştırmalıklar masasına giderek küçük bir tabak ve bir kupa alarak tabağıma kahvaltılık bir şeyler doldurdum ve kahve makinesinden kendime sert bir Americano yapıp, havaalanı içine bakan değil de, direkt olarak uçuşları gören bir camın yanındaki koltuğa oturdum. Simge de aynı şekilde karşıma geçmişti ve aldıklarını yemeye başlamıştı.

Saat gecenin üçüydü ve bizim uçağımız beşteydi. Simge yalnız yaşıyordu bu nedenle akşamdan valizimi alıp ona geçmiştim ancak gece uyumak bir yana dursun, dopamin almış gibi enerjiktik bu nedenle şu anda yediklerimiz bir nevi kahvaltı yerine geçiyordu.

Küçük bir kaba koyduğum fıstık ezmesini ekmeğime sürerken etrafa bakınıyordum. Ortamda hafif bir caz müzik çalıyordu, duvar kenarına iliştirilmiş uzun açık büfe dışında yerlerde halıfleks vardı ve genel olarak salon kahve rengi, krem ve kiremit renklerinden oluşuyordu. Yanına karşılıklı oturduğumuz duvar boydan boya full camdı ve etrafta onlarca büyüklü küçüklü bitkiler ortama kış bahçesi havası veriyordu. Salon da çok büyüktü, öyle ki birkaç masa arası yerleştirilmiş modern, uzun raflar vardı. Tavan da fazlasıyla yüksekti bu nedenle ortam çok ferhatı ancak hala gece olduğu için uzun abajurlardan loş ışık aydınlatıyordu ortamı ve bizim dışımızda kendi işleriyle ilgilenen ortalama yedi sekiz kişi daha vardı.

Sunrise | Eun Woo FFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin