S 1 5

104 13 2
                                    



Zor bir çekim günüydü ve saat bir'e doğru bitmişti. Çünkü hava kapalıydı ve güneş efekti verebilmek için normalin belki de üç katı aydınlatıcı ve farlar kullanılmıştı. Nereye baksan etraf ayaklı ışık kaynıyordu. Bu yüzden de düzgün açıyı yakalamak uzun sürmüştü ancak plana sabit kalmak için bütün bu çekimi tamamlamıştık. Yarın cumaydı ve çekim olmayacaktı.

Üzerimi değiştirdiğim kabinden çıktıktan sonra hazırlık odasına geçip çıkmadan önce yüzüme hafif bir ruj sürdüm. Kötü görünmüyordum; üzerimde siyah bir crop ile aynı renk bir jean vardı. Koluma ince zincirli çantamı taktıktan sonra Simge'yi arayarak çıkışa ilerledim. Beni salmıştı artık, kendisi tek başına geziyordu.

"Alo?"

"Nerdesin Simge?"

"Buradan bir arkadaşımla öğle yemeğine geldik, adını söyleyemediğim bir mekandayız, sen nerdesin?" Ekildiğimi tam olarak anlayınca dudağımı ısırdım ve asansörü es geçip merdivenlere yöneldim.

"Benim işim de yeni bitti, şimdi çıkıyordum."

"Öyle mi? İstersen hemen konum atayım sana, buraya g-"

"Hayır, hayır gerek yok," dedim aceleyle. İstemediğimi fark ettiğinde sessiz kaldı.

"Tamam o zaman, otelde görüşürüz. Bir şey olursa ararsın."

"Tamam, görüşürüz." Telefonu kapatıp merdivenleri çıkmaya başladım. Bir kat yukarı çıktığımda lobideydim. Bana veda eden kişilere ben de selam verip arka çıkışa ilerlerken, bir anda önümde siyah gömlekli Eun Woo belirince şaşkınlıkla bir adım geriledim.

"Hey?" Bana baktı. Elleri cebindeydi.

"Hey," diyerek o da benimle aynı şekilde yanıt verdi. Saçları duştan çıktığını bağırır şekilde ıslak ve dağınıktı. Siyah gömleğinin kolları dirseklerine kadar katlı ve ilk üç düğmesi de açıktı. Göz alıcı görünüyordu.

Ciddi ciddi onu süzdüğümü fark ettiğimde kendimi toparlayıp yüzüne baktım.

"Bugün bir planın var mı?" Kaşlarımı kaldırdım.

"Neden soruyorsun?" Omuz silkti rahatça.

"Eğer ki boşsan, yemek yeriz diye düşünmüştüm." Açık sözlü hali beni şaşırtırken, O deyinceye kadar ne kadar aç olduğumu fark etmediğimi anlamıştım. Resmen midem kazınıyordu.

İçimden karın gurultumu bastırmak için elimi karnıma bastırmak gelirken, kendime engel oldum ve kısaca düşündüm. Simge de olmadığına göre günü tek geçirecektim ve bunun yerine dışarı çıkmak daha cazip görünüyordu.

Başımı kaldırıp benden cevap bekleyen gözlerine baktım ve başımı salladım.

"Olur." Kabul etmeme şaşırmasını beklerken, o yalnızca bana baktı ve "Peki," diye mırıldanıp önden ilerlemeye başladı. Ancak buraya araba ile geldiğimi fark ettiğimde bir anda durdum.

"Arabamı ne yapacağım?" Dönüp bana baktı ve bir süre düşündükten sonra, kapalı otoparka gitmek yerine arkasını dönüp danışmaya ilerledi. Görevli kıza Korece birkaç şey söyledikten sonra bana döndü.

"Anahtarı ver." Reddetmeyip eline araba anahtarını bıraktım. O da aynı şekilde kıza teslim edip bana döndü ve bir şey demeden bileğimden tutup beni merdivenlere yönlendirdi.

Bakışlarım tuttuğu bileğimde kalırken senkronize adımlarla iki kat aşağı indik. Otomatik kapalı otopark kapılarındangeçtikten sonra beni sağa döndürmüştü ki, arkamızdan gelen ses ile ikimiz de durduk. Yu Jin, Eun Woo'ya sesleniyordu.

Arkamızı döndüğümüzde üzerinde beyaz kalın askılı bir elbise içerisinde melek gibi duran Yu Jin ile bakıştık. Cidden meleğe benziyordu. Teni bembeyazdı, gözleri ve saçları siyah; iri dudakları kırmızıydı. Çok doğal görünmüyordu, belki de bıçak altına yatmıştı ancak her ne şekilde olursa olsun, şu anda o elbisenin altında bir melekten farksız görünüyordu.

Yanımıza geldikten sonra birkaç saniye Eun Woo'nun bileğimdeki eline baktı ve bakışlarını yukarı kaldırıp doğruca üzerime kin kustu. Ne olduğunu dahi anlamamıştım ancak o gözlerimin içine bakarak, "Eun Woo, seninle konuşmam gereken bir konu var. Birkaç dakikan var mı," diye sorduğunda derin bir nefes aldım.

"Evet, ne oldu?" Bakışlarını benden alıp Ona baktı.

"Yalnız." Eun Woo'nun kaşları hafifçe çatılırken, bileğimi tutan eli benden ayrılmıştı. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde duraklarken, Eun Woo Korece bir şekilde Yu Jin'e yanıt verdi. Yu Jin de ona dönüp sinirle konuştuğunda ikisine de dik dik bakmak istedim. Uzaklaşmaya bile gerek duymamışlardı çünkü ne de olsa konuştuklarını anlamıyordum.

En sonunda Yu Jin sinirle bağırıp eliyle beni gösterdiğinde ben de kaşlarımı çatıp Türkçe bir şekilde, "İngilizce konuşsanıza salaklar," diye bağırdım. Bilmedikleri bir dilden tepki aldıklarında şaşkınlıkla ikisi de bana döndüğünde, içimden gülmek gelse de bastırdım ve anlık gelen cesaretle Eun Woo'nun bileğini tuttum. Bakışlarının bana döndüğünü fark etsem bile umursamadım ve Yu Jin'e düz düz baktım.

"Konuşmanız bittiğine göre, izninle."

Eun Woo'yu bileğinden tutup otoparkın içine sürüklerken arkadan Yu Jin'in "Aissh," diye bağıran sesini duyabilmiştim.

Hemen ardından Eun Woo'nun sessizce güldüğünü gördüğümde, içimde çırpınan kelebeklere aldırmadan ona dik dik baktım.

"Ne oldu?" Elinin tersini dudaklarının üzerine getirdi ve hafifçe güldü.

"Araba arka tarafta."

"Aghh!" Sinirle ikimizi de tam tersi yöne çevirdiğimde, artık kahkaha atıyordu. Bileğini bırakmamıştım. O da bir şey dememişti.

Gözlerim ileride park halinde bekleyen gıcır gıcır Range'i bulduğunda hala heyecanlıydım ve hala arkamdaki Eun Woo'nun bileğini tutuyordum.

Arabaya bindiğimizde, anahtarı çevirip arabayı çıkaracağı sırada, ona doğru döndüm ve elimi direksiyonun ortasına koydum. Bakışları sorar gibi bana döndüğünde ne tepki vereceğini umursamadan güzel gözlerine baktım.

"Kelebeklerimi incitmezsen iyi edersin." Kaşlarını çattı.

"Çünkü sen onları emanet ettiğim ilk kişisin."

Tabii ki bunları Türkçe söylemiştim.

Tabii ki bunları Türkçe söylemiştim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Sunrise | Eun Woo FFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin