S 1 4

107 14 3
                                    


"Nasıl gidiyor, Nova?"

"Yoğun gidiyor Berk. Biraz yorucu ama eğlenceli geçiyor. Sen nasılsın?"

Arabayı çalıştırırken Berk ile konuşuyordum. Arada saat farkı olduğu için ben burada SeaWish'e yetişmeye çalışırken, o yatmaya hazırlanıyordu. Ya da dışarıdaydı çünkü onun günü akşam başlıyordu.

"Ben de iyiyim. Arkadaşlarla dışarıdayız. Senden bahsettik biraz, aklıma gelmişken arayayım dedim."

Arabayı otoparktan çıkartırken kaşlarım şaşkınlıkla kalktı.

"Cidden mi? Ne diyordunuz?" Güldüğünü duydum.

"Bunu cidden soruyor musun? Olayların buraya kadar geldi, buralarda hep sen konuşuluyorsun."

"Bir saniye, ne oluyor, ne olayı, anlamıyorum."

Perşembe günüydü. Hava pek güzel değildi, meteoroloji uzmanları bu haftayı günlük güneşlik gösterirken aniden hava kararmaya başlamıştı. Ya bugün ya da yarın net yağmur yağacağa benziyordu. Gerçi çok şaşırılacak bir durum değildi çünkü Kore'deki yağmur dönemi yeni bitmişti. Son esintilerini gösteriyordu.

"Oradan kitlesi büyük bir çocukla çıktığın konuşuluyor. Hatta konuşulmuyor, artık biliniyor. Sizi dışarıda görenler varmış." Aklıma Eun Woo ile kahve içmemiz geldiğinde elimin altındaki direksiyonu sıktım.

"Yok öyle bir şey."

"Ne?"

"Sevgili falan değiliz Eun Woo'yla. Yalnızca... Arkadaşız ve çekim çıkışı bir şeyler içmeye gittik. Bu kadar büyüyeceğini bilmiyordum."

"Anladım... Biliyorsun, çocuğun hesabına bakınca onun da fazlasıyla takipçisi var. Hatta açıkçası bok gibi takipçisi var bu yüzden isimleriniz hızlı yayıldı." Berk'in konuşması bittiğinde kaşlarımı çattım. Eun Woo'nun Instagramını hiç kontrol etmemiştim ancak o yüzle en az 800k'lık bir kitlenin cepte keklik olduğu belliydi.

"Hesabını boşladığın belli oluyor, git de biraz yorumlara bak her kafadan ayrı ses çıkıyor. Hatta bir defasında senin Eun Woo'ya gizlice beş yıldır metreslik yaptığını bile okumuştum." Gözlerim iri iri açılırken, "Oha," dedim. Berk'in gülen sesi kulağıma dolduğunda otelin aşağısındaki Subway'in önüne arabayı bırakıyordum. Dörtlüleri yakıp telefonu kulağıma koyduktan sonra arabadan indiğimde Berk'e veda etmiştim.

Hızlıca Subway'a girerken aklımda bu haberler dolanıyordu. Anonim konuştuğum ri3'e görüldü atmıştım çünkü neyden bahsettiğini anlamamıştım. Ancak şimdi taşlar yerine oturuyordu çünkü ikimiz adına dedikodular yayılmaya başlamıştı.

Elime aldığım sandviç ile hızlıca geri dönüp arabama bindim ve ekmeği ağzıma tıkmaya çalışarak arabayı otobana sürdüm. Yaklaşık yirmi dakika sonra aquaparka vardığımda direkt oyalanmadan hazırlık odasına girmiştim. Çünkü ne tepki vereceklerini merak ediyordum ancak kalabalığın arasında ve bana selam veren insanlara bakınca, her şeyin gayet normal olduğunu aşikardı.

"Hey, Novi!" Omzumda el hissettiğimde arkama dönüp Ashley'e baktım.

"Naber, Ash?" Berber bizim için bırakılan takımları almaya giderken bana döndü ve gülümsedi. Her zamanki gibi enerji dolu görünüyordu.

"Harikayım. Senden sonra alış veriş merkezinde harika bir çanta buldum, kullanmak için sabırsızlanıyorum!" Aklıma Ashley'i ektiğim gelince, suratımı buruşturup elimi saçıma attım.

"Ah, Ash. Çok özür dilerim, gerçekten."

"Oh, hayır hayır hiç problem değil. Benim için hiç sorun olmadı, inan bana." Ona üzgün üzgün baktıktan sonra, bize verilen takımları alıp kabinlere geçtik. Elime alıp bikiniyi incelediğimde, kiremit renginde askılı bir üst parçası ve aynı renk alt parçası olduğunu gördüm. Ayrıca elimde bir de kalın çerçeveli bir güneş gözlüğü vardı.

Hızlıca üzerimdekiler çıkardım ve verilenleri giyindim. Kabinden çıktıktan sonra makyaj koltuğuna oturmuştum. Her zaman makyajımı yapan kadın aynı şekilde yanıma gelip beni hazırladıktan sonra ayağa kalkıp çıkışa ilerledim. Ashley'nin de işi bitmişti ve peşimden geliyordu.

Çekim alnına çıkıp havuzların yanına vardığımızda ortamda asla yitip gitmeyen heyecanlı atmosferi hissedebiliyorsun. İnsanlar pozisyonu ne olursa olsun yaptıkları şeyden zevk alarak etrafta koşuşturuyorlardı ve bu sizi dinç tutuyordu.

Başkan Ahn'ın yanına ilerlediğimizde gözlerim Onu arıyordu. Dün yalnızca beni şehir meydanlarından birine götürmüş, hemen ardından da kafelerden birinde kahve içirmişti. Ve asla hayal ettiğim gibi gerici bir havası yoktu. Çok güzel sohbet ediyordu ve çok eğlenceliydi.

Kısa çaplı aramamın sonunda onu masaların ilerisinde, ayakta kamera yönetmeniyle bir konuyu tartışırken gördüğümde onu inceledim. Üzerinde kolsuz beyaz bir tişört vardı. Siyah saçları alnına düşüyordu ve kamera yönetmeniyle tartışmaktan çok rahat bir tavırla sohbet ediyorlar gibi görünüyorlardı. Yanında tabii ki küçük finosu Yu Jin de vardı. Bir sonraki buluşmamızda bunu net sormak istiyordum yoksa böyle saçma düşünceler aklıma düşüyordu.

Onu gördüm göreli hep nazik ve eğlenceliydi. Asla sert ve kırıcı olduğunu hatırlamıyordum. Ancak onunla ilk karşılaşmamızda moralinin bozuk olduğunu şimdi anlıyordum. O gün onun tam bir hödük olduğunu düşünmüştüm ancak onunla konuştukça ve belki de onu tanıdıkça işlerin hiç de öyle olmadığını fark ediyordum.

Bir anda başını çevirip bana baktığında, şaşkınlıkla elimi nereye koyacağını bilemedim ve başımı çevirip Başkan Ahn'a döndüm. Yanaklarımın yandığını hissederken kendime kızıyordum. Sahi, ben neden kızarıyordum?

Kendi kendime kızıp Ashley'nin bana söylediği şeylere zar zor yanıt verdim. Birkaç saniye sonra ise yavaşça bakışlarımı kaldırıp Eun Woo'nun olduğu yere baktığımda, onun da beni izlediğini gördüm. Yanındaki yönetmen ona kağıtta bir şey gösterirken, o hafifçe başını kaldırmış gülümseyerek bana bakıyordu.

Aramızda yaklaşık yedi metre vardı ancak onun parlayan kahve rengi gözlerini görebilmiştim.

Bu sefer bakışlarını kaçırmayıp ona düz düz bakarak yanıt verdim. O ise bir süre daha bana baktıktan sonra göz kırpıp bakışlarını kağıda indirdi ve yönetmene yanıt verdi.

Tam o anda bir şey oldu. Olmasından aslında içten içe korktuğum bir şey.

Tam midemde. Küçük bir kelebeğin doğduğunu hissettim. Kanatlarını hafifçe açıp kapattığını ve rüzgarının içimi gıdıkladığını.

Ashley yanımda bana bambaşka bir konudan bahsederken, başımı önüme çevirdim ve belli etmeden elimi karnımın üzerine bastırdım. İçimdeki minik kelebeği öldürmek ister gibi yutkunurken bunun hiçbir işe yaramayacağının farkındaydım.

Lütfen, dedim elim hala karnımdayken. Başımı kaldırıp ona baktığım takdirde içimdeki kelebeğin ikiye bölünüp o iki parçadan yeni kelebeklerin doğacağının bilincindeydim.

Lütfen doğduğun yeri mezarın yap ve git.

Başımı kaldırıp yine de ona baktım. Bana bakmıyordu, gülerek saçlarını düzeltiyordu. İçimin gıdıklndığını hissettim.

Yoksa kanatların kırılır.

Yoksa kanatların kırılır

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Sunrise | Eun Woo FFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin