Tık tık tık.
Masamda oturmuş kafamın dağılması için kapanmayan dava dosyalarına tüm benliğimi adapte etmişken çalan kapımla toparlandım. Bir kadın nazaran gür sesimi asla kullanmaya çekinmeyen bir şekilde
"Gir" dedim
"Komiserim istediğiniz şekilde telefonları dinlemeye aldık." Derin bir nefes alarak ayağa kalktım yoksa içime sığmayan duygu karmaşasıyla bu odayı birbirine katacaktım.
"Tamam Ozan sen dinlemeye devam et ben çıkıyorum." Diyerek deri montumu üstüme geçirdim.
Emniyetten dışarı adımı mı atar atmaz aklıma iki gece önce aldığım karara gitti. Biraz daha ertelersem hiç bir türlü yapamayacağımı bildiğimden tüm duyguları kenara koyarak soğukkanlılıkla arabama bindim. Yapıcaktım ve biticekti. Zor değildi sadece adımı benliğimle bütünleştirip cesur olacaktım. Her zaman ki gibi.
Ama ne var ki Hiç bir operasyondan korkmayan ben bir adamın evine gidip geçmiş olsun dileklerimi iletmekten deli gibi korkuyordum. Korkum oraya gitmemden değil gittikten sonra çekiceğim pişmanlıktaydı. Neyse ki çok çabuk pişman olan bir insan olmamam içimi rahatlatıyordu. Kendi kendime kıkırdadım. Ulan yalanım bile hazırdı. Annem bakmam için gönderdi diyecektim o kadar. Aslına bakarsam annemin haberi olsa bana bırakmadan kendi giderdi. Buda onu affetmesi demekti. Buna izin vermezdim. Onu affetmesi demek her gün acılarıyla karşı karşıya kalması demekti.
Aramızda üç yaş olan abimi asla affetmeyi düşünmesemde yaptığı hatanın farkında olduğunu biliyordum. 20 yaşında ergenliğini atlatamamış bir delikanlı çağlarında babasının hatalarına kurban gitmişti. Ama bu benim içimi soğutmaya yetmiyordu.
İhaleleri yüzünden kurşunlanacak kadar aptal olan abimi düşünürsek bence ikimizden biri üvey olabilirdi. Benim ıq seviyemle onun ki bir değildi. Cesaretine hayrandım ama aptal cesaretiyle normal cesaret arasında fark vardı.
Onun ki aptal cesaretiydi.
Tehdit edildiğini bile bile önlem almamak 'gel beni gebert sesim çıkmaz' demekle birebirdi bence. Attığı her adımdan haberim olmasada tehdit edildiğini bilecek konuma ve mevkiye sahiptim.
Geldiğim evin önünde bir çok arabanın arasına çektim arabamı. Özel bir mülk olduğundan bunca arabanında abimin olamayacağını bildiğimden içerinin kalabalık olduğunu az çok kestirmiştim.
Fazla kalabalıktı.
İlk duyduğum kadar duygu seli içerisinde olmadığımı fark ettim. İçimde bir el kaburgalarımı zorlamıyordu en azından. Yine o soğukkanlılıkla baş başaydım. Bazen o kadar çok şaşırıyordum ki kendime nasıl sakin kaldığıma ama bunu kendime hayatımda verilmiş olan tek armağan olarak görüyordum. Soğuk kanlıda olsam çok çabuk sinirlenip öfkeme yenik düştüğüm zamanlarda oluyordu. İnce çizgilerim vardı. Bazı davranışlar basit dursada benim içimde kasırgalar yaratabiliyordu. Değişikti.
Bir müddet oturduğum yerden şatoyu andıran güzel evi seyrettim. Bu zenginlik için harcandığımı hatırladım bir kere daha. Değmişe benziyordu.
Ev güzeldi ama asla bana hitap eden bir ev değildi. Benim hayalim genelde mahallede gece kondu tarzı bahçeli iki katlı müstakil evlerden yanaydı.
Mesela Sinopta bulunan yangın evlerini görünce dibim düşmüş bir müddet yerden toplayamamıştım. 1956 da çıkmış bir yangın sonucu tüm kasabada ki evler küle dönmüş evlerin kıyısında ki ucu bucağı olmayan denizin bile bir faydası olmamıştı. Yangının üstüne gelen yabancı mimarlar tarafından her evi iki katlı aynı sırada küçük, ferah bahçelere sahip muntazam bir şekilde dizilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CESUR / Aslanın pençesinde
Fiction généraleAnnesi uğruna her şeyi yakıp yıkan bir kız. Kızı sayesinde hayata sıkı sıkı tutunmuş bir kadın. Yüreği yanan iki kadın. Onları yakan iki adam. Bu kadınların biri için bu adamlar kocası ve oğluyken ; Diğer kadın için babası ve abisiydi. ******* O Be...