IV

116 9 7
                                    


İstanbulun o güzel mahallesinin sahil kıyısında işliyordu Fıratın kafesi. Hayatın acımasızlığıyla çok genç yaşta tanışan genç adam vaktinde çektiği zorlukların acısını çıkartıyordu şimdi. Her emeğinin karşılığını misli misli alıyor ve bunun için şükretmekten geri durmuyordu. Önce Allaha sonra da annesi-babası yerine koyduğu o insanlara... Tek başına kaldığını düşündüğü o çölde açan, çaresizliğini gece gibi örten çiçeklerdi o insanlar ve Fırat bir mucize gibi açan o çiçeklerin kopmasına asla izin vermiyordu ya bir de yağmuru yağsa.

Kardeşim dediği insanın emek yuvasında gözlerini gezdiriyordu Selim. Anılar aklına birer birer doluşurken gülmeden edemiyordu doğrusu. Çoğu güzel anısını süsleyen Açelyayı hatırlıyordu her defasında, nasıl olmuştu da beklemişti şimdiye kadar. Bir an önce kurtulmak istiyordu şu durumdan. Artık daha fazla içinde tutamıyordu, haykırmak istiyordu sevgisini.

'Fırat abinin kafesine geleceğim, orada bekle lütfen' demişti genç kız.

"Sen iste tüm ömür beklerim seni."

Selimin bu cevabı Poyraz tarafından biraz gülerek karşılanmıştı. Fırat ise Selimin hâlini çok iyi anlıyordu ancak şu durumda pek de bir şey demek istemiyordu. Zaten yıllardır bir türlü karşılık alamamıştı ki. O yağmurun pek de yağacağı yoktu anlaşılan.

"Kolay gelsin Fırat abi."

Birbirine karışık iki ince ses kafenin mutfağına dolduğunda herkesin bakışları oraya dönmüştü.

"Sağolun kızlar, hoş geldiniz." diyerek kendisine doğru gülen gözlere karşılık gülümsedi Fırat.

Selimin gözleri Açelyasını bulduğunda bir süre kilitli kalmıştı. Her baktığında gözüne daha bir güzel geliyordu bu kız.
Ayağa kalktı Selim ve karşısındaki genç kıza doğru yürüdü.

"Gidelim mi?" hayran olduğu gözlerin içine bakarak söylediği sözler Açelyanın yerinde zor duran kalbini göğüs kafesinden dışarıya atmaya niyetlenmişti adeta.

"Olur." dünden hazır olan aklı ve kalbi dudaklarını oynatmıştı genç kızın. Zaten bu adama nasıl hayır diyebilirdi ki.

Herkes onlara bakıp bıyık altından sırıtırken Açelya utançtan bayılacak gibiydi.

"Kolay gelsin kardeşim."

"Kolay gelsin Fırat abi."

"Sağolun, eyvallah."

İkili Fıratın kafesinden dışarıya adım atarken Nehir de Selimin kalktığı boş yere oturmuştu.

"Hayırdır kız? Sen gelmezdin benim yanıma." Nehir de Fırat için o çiçeklerin üzerine konan uğur böceği gibiydi. Belki onu o çölden çekip çıkarmamıştı ama her geçen gün büyüyen bahçesine bir güzellik daha katmıştı.

Omuz silkti Nehir.

"Bugün yoğun bir gündü şirkette, yoruldum biraz. Gezip dolaşayım kafam dağılır dedim."

Sözlerini bitirdiğinde tezgahın üzerindeki şeftali kasesine uzanıp eline aldı. Öğle yemeği bile yiyememişti genç kız. Çağlayla şu yeni iş üzerine çalışmışlardı tüm gün. Sonra da başka işlerini halletmek için karşıya geçip geri gelmişti. Çağlayı da tek başına bırakmıştı. Eve gidince onu aramayı not etti aklının bir köşesine.

"Sen bu saate ne yapıyorsun?" derken bir yandan da elindeki şeftalileri yiyordu.

"Akşama kek falan. İsteyen oluyor."

İstanbul Ahalisi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin