Merhaba!
Yazdıkça heyecanlanıyorum ben ve sürekli de yazmak istiyorum. Birkaç sahnesi hariç içime sinmeyen bir bölüm oldu ama silmeye de kıyamadım açıkçası.
Buyrunuz;
Açelya Akbulut
Yaz kimilerine göre güneşi, tatlı esintileri, denizi bize getiren şahane bir mevsimdi. Bana göreyse bir ceza. Hayatım boyunca oldum olası sevmemiştim yaz mevsimini. Ne sıcağı hoşuma gitmişti ne de serin akşamları.
Yüzüme çarpan klima esintisi bile haz vermezken bana sıkıntıyla öflemekten alıkoyamadım kendimi. Sabahtan kalkıp Rasim Dedeye gelmiştim bir ihtiyacı var mı diye. Ama Poyraz abi sağolsun geldiğime pişman etmişti beni. Çocuk gibiydi çocuk!
"Gitsene artık sen."
Sardığım son sarmayı önümdeki tencereye koyup bakışlarımı koltukta iyice yayılmış televizyon izleyen Poyraz abiye çevirdim. Onun da başı bana doğru dönmüştü.
"Evimden mi kovuyorsun beni?"
İçini güzelce temizlediğim dolmalık biberlerden bir tanesini alıp pirinç içini doldurdum. "Evet."
Evet kovuyordum, sinirlerimi bozuyordu çünkü.
Başı tekrar televizyona dönerken inadına sesini biraz daha yükseltmişti.
"Gidemem Açe, hava çok sıcak."
Buna karşılık sıkıntıyla ofladım. "Bari sesini kıs biraz ya."
Başka bir biberi elime aldığımda Rasim dede odadan içeriye girmişti. Benim tonton dedem. Şu güzel, sıcak tatlı adamın torunu nasıl böyle bir adam olabilirdi ki? "Çocuklar ben bir Samiye uğrayacağım."
"Başına şapka al dede çok sıcak."
Poyraz abinin uyarılarına karşılık başını salladıktan sonra bana döndü. "Kızım sana da zahmet oldu ama."
Ah be dedem ne zahmeti. Her zaman bu kadar ince, bu kadar temiz bir adamdı. Ben çocukken bile. Bakkalda o zamanlar Fikri abinin amcası vardı, her gün horoz şekerlerden alırdı bize, hepimize. Onun yanına gelmeyi çok severdim şimdiki gibi. Hatırlıyorum, babam da çok severdi Rasim dedeyi. Kim sevmezdi ki?
Kocaman gülümsedim ona. "Ne zahmeti dedem. N'olcak sanki." o da bana gülümseyip gözündeki pırıltılarla baktı yüzüme, ikimize de el sallayıp evden çıktığında Poyraz abi de sonunda televizyonu kapatmış ve odadan çıkmıştı. Biberleri doldurmaya devam ederken bir yandan da Selimi düşünüyordum. Dün de görüşememiştik hiç.
Çok özlemiştim onu. Sevgim o kadar büyüktü ki ona, sığmıyordu içime. Hep görmek, hep sevmek istiyordum.
Yeliz ablaların düğününde resmen herkese ilişkimizi ilan etmiştik. Aslında bana göre daha erkendi ama Selim bir an önce düğün yapmayı planlıyordu. O bu kadar kararlı dururken ben de itiraz edip üzmek istemiyordum onu.
Poyraz abi salona elinde kaşıkla girdiğinde kaşlarım havalandı. "Biber mi dolduracaksın?" klimanın karşısındaki koltuğun önüne koyduğum masaya bir sandalye çekmiş tam karşıma oturmuştu. Kafasını yana yatırarak biberlere bakmaya başladı. "Deneyeceğim."
Hayır, lütfen yapma! Bu konuda o kadar beceriksizdi ki Doğayla yarışır cinstendi. Yemeği yapmıyor onunla savaşıyordu adeta.
Pirinç içinin dolu olduğu kaseye kaşığı daldırdıktan sonra kaşığı biberin içine hızla soktuğunda biber ortadan ikiye ayrılmış ve pirinçler etrafa dağılmıştı. Çatık kaşlarıyla elindeki ikiye ayrılmış bibere ve kaşığa bakıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve elindeki bibere uzandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstanbul Ahalisi
General Fiction"Sevgi karşılıklıdır mı diyorsun?" "Neyi sevdiğine göre değişir. Bazen karşılıksız sevgi çok zor gelir, senin ona olan sevgine karşılık onun hiçbir şey yapmaması üzücüdür, Fırat abi gibi." dediğinde ikisi de gülmüştü. "Ama bazen öyle bir şeyi seve...