1.0

444 62 6
                                    

"...o kırmızı kurdeleyi de görmüştün değil mi kafasındaki? Bir de mavi sim falan dökseydi yani. Cidden o kızla nasıl arkadaşım anlayamıyorum. Bir de saçını savuruşu yok mu..."

"Hyunjin." Dedim uyarır bir tonda. Karşımda, her zaman geldiğimiz kafedeki yuvarlak masanın diğer ucunda oturuyordu. Gözleri önündeki kahvesindeydi ve homurdanmaya devam ediyordu.

"Sanırım onunla arkadaşlığımı falan keseceğim. Yani neden biri rahatsız olduğu biriyle arkadaşlığına devam eder ki?"

"Ben de etmeyeceğim Hyunjin."

Bir an durdu ve bana baktı. Uzamıştı kahve saçları ve iki yanından geriye doğru itmişti. "Etmeyeceksin?"

"Evet. Eskisi gibi arkadaş olalım. Bizden sevgili olmuyor. Arkadaşken birbirimizin canını o kadar yakmıyorduk."

Kaşlarını çattı. "Sen benim canımı yakmıyorsun, saçmalama."

"Ama sen benim canımı yakıyorsun." Dedim kafamı sallayarak. "Biliyorum bencilim. Biliyorum. Ama birbirimizi sevmiyoruz. Birbirimizi arkadaş olarak seviyoruz. Ve bunu zaten biliyorsun. Nasıl başlamıştık hatırlamıyor musun? Sadece anlık kıvılcımlar. Ikimiz de bunların gerçek sevgi olmadığını biliyoruz."

Sözlerimin ardından bakışlarını yüzümden çekip tekrar kahve bardağına çevirdi ve ellerinin arasına alıp onu, dudaklarına yasladı ve bir yudum alıp geri bıraktı. Gözlerini bana çevirmedi.

"Fikirlerine her zaman saygı duydum."

"Biliyorum. Hep teşekkür ettim. Yine teşekkür ediyorum." Diye mırıldandım.

Kafasını mekanik bir şekilde sallamaya başladı. Sonra bana baktı. "Eskisi gibi olalım."

"Teşekkür ederim." Dedim rahatça nefes alarak. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gülümsedim. "Gerçekten, teşekkür ederim."

Bunun olacağını hesaplamamıştım. Ama Hyunjin'le kendimi bildim bileli arkadaştık. Arkadaşlıklar bazen aşka dönüyordu, biliyordum. Ama fazla umursadığın bir konuma getirdiğinde onu, canını ne kadar yakabildiğini de biliyordum. Arkadaşken de oluyordu bu hatta. Ne kadar göz ardı etmeye çalışsan da.

Kafeden, Hyunjin kahvesini içmeye devam ederken çıktım. Kalabalıklaşan kaldırımda hızlı adımlarla ilerlemeye başladığım sırada tek istediğim eve gitmekti. Yine. Yaptığım başka hiçbir şey yoktu birkaç haftadır. Amacımı kaybetmiştim ve daha önceki amacımın da yeterince beni hayata bağlayacak kadar sağlam olmadığını anlamıştım. Çünkü insanlar nasıl yaşarlardı bilirdim. Bir şeyi düşünürlerdi. Bir şeye bağlanırlardı. Bir şey için yaşarlardı. Bir amaçları vardı. En azından bir kalpleri vardı.

Bazılarının, diye düşündüm. Bazılarının bir kalbi vardı.

Hissedemiyordum. O halde uyuşmak da bir sorun olmuyordu. Yapacak başka hiçbir şey yoktu. Yaşamaya bu şekilde devam edebiliyordum yalnızca.

Eczaneye uğrayıp birkaç insülin enjektör alıp çantama attıktan sonra eve giden yol üzerindeki küçük markete uğradım. Yaz tatilinde olduğumuz için okuldan herkesi görmek mümkündü. Okuldakileri bir kenara bırakıp, o doğum günü çocuğunu görmenin de mümkün olduğunu pek de düşünmemiştim. Onun burada ne işi vardı?

Alkol reyonunde elindeki siyah şişeye bakarken yaklaştım ona. Simsiyah giyinmişti yine bu yaz gününde. Kafasını eğdiği için ensesi öylece bana bakıyordu sanki. Onu incelerken bana dönen siyah bakışları irkilmeme neden oldu.

"Hey." Dedim bir anda.

"Oh, n'aber? Geçen gece biraz moralin bozuk gibiydi." Hala birisi burnunu sokmaya çalışıyordu, bir damla bile merak edilecek bir yanı olmayan hayatıma.

"Evet. Kusura bakma. Doğum gününde birini incitmek son isteyeceğim şey."

Ince dudaklarını birbirine bastırıp kafasını iki yana salladı. "Sorun değil. Herkes üzgün olabilir. Yani üzgün olmana üzüldüm. Yani şey... Beni incitmedin. Yani sorun yok. Önemli bir şey yok." Sözlerinin ardından dişlerini göstererek tuhaf bir sempatiklikle kıkırdadı.

"Ne saçmalıyorsun?"

Kaşlarını çattı. "Ne?"

"Bir şey yok." Diye toparlamaya çalıştım. "Iyi günler." Diye mırıldandım resmi bir tonda, gülmesi için en azından.

O da güldü.

Ben de elimi kaldırıp birkaç parmağımı oynatarak el salladım,  ona veda ettim o arkamdan bana bakmaya devam ederken.

MorphineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin