Denizin nimeti sert darbelerdir...
Camın ardındaki denizin dalgalarını seyrederken aklımda dolanan şiire mani olmadım. Sanki dağılmadan önceki halim beni geri bulmuştu ve düşüncelerim bile anında değişmişti.
Eskiye dönmek ne kadar iyiydi şimdilik bilemiyordum ama yine şimdilik kötü görünmüyordu.
Mark her an bir şey soracakmış gibi bana bakıp dururken sonunda bakışlarını yakaladım ve kaçırmasına izin vermeden, "Hayır." Dedim net bir tonda.
Yüzünü buruşturdu. "Ne soracağımı nereden anladın?"
"Bir şey sorulacağı zaman herkes senin gibi bakar çünkü. Ağzını açıp nefes alıyorsun ama konuşmuyorsun. Yani sorulacak bir sürü sorun var ama benim de cevaplamayacağımı biliyorsun."
"Neden anlatmıyorsun? Yani şey...Pardon. " eliyle alnına bir şaplak atıp kafasını eğdi. "Ailenle ilgili sorunlar falan... Onları soruyorum. Soru sormadan duramayacağım sanırım." Kadehi orta sehpaya bırakıp tekrar geri yaslandı.
"Anlatırsam ne değişecek? Hislerini değiştirecek bir şey mi arıyorsun?"
Kafasını iki yana salladı. "Hayır. Sorunlarınla artık tek başına uğraşmak zorunda değilsin diye soruyorum."
"Bu kadar masum birisi olduğunu tahmin etmemiştim, Mark."
Gözlerini kaçırıp dudaklarındaki silik gülüşü bastırdı. "Değilim, Renee."
"Hayır öylesin. Konuşurken gözlerini kaçırıp gülümsüyorsun, bunun nasıl göründüğünü biliyor musun bilmiyorum ama buradan çok naif görünüyor. Küçük bir çocuk gibi görünmüyorsun. Çok masum görünüyorsun."
"Şarap hemen çarptı mı ya?"
Kıkırdayıp kafamı iki yana salladım. "Hayır. Tamamen ayığım ben."
"O zaman mutlu olmalıyım." Dedi dudağının tek kenarını kıvırarak.
"Mutlu ol Mark. Seni tam olarak bilemesem de ve sen de beni tam olarak bilemesen de... Mutlu ol işte. Bir şekilde."
"Hadi kumsalda yürüyelim." Ayaklandı ve bana elini uzattı bir anda.
Bana ısrarla ve hevesle bakıyordu beyazı kızarmış parlak siyah gözleri. Eline uzanıp tuttum ve beni götürmesine izin verdim. Sıcak elinin parmakları elimi sardığında ikinci utanç dalgası yayılmıştı. Bu reddedilemezdi. Onunla temas halinde olmak tuhaf hissettiriyordu.
Ay denizin üzerine yansımasını düşürmüş, dalgalar gelip gittikçe de yerinden oynayıp duruyordu. Mark elini elimden çekmediği için ben de bir harekette bulunmadım ve birlikte kumsalda yürümeye başladık.
"Bir pişmanlığım var senin hakkında." Dedi bir anda. Dalga seslerine karıştı sesi.
"Ne pişmanlığı."
Derin bir nefes aldı. Kafamı kaldırıp ona baktım yürümeye devam ederken. Gözlerini kumlara çevirmişti. "Eğer biraz daha önce gelebilseydim onları kullanmak zorunda kalmazdın. Kendine acı çektirdin."
"Kendi cezamı kendim çektim. Senin bununla bir ilgin yok. Eğer ölseydim bile bu benim aptallığımdan dolayı olurdu ki öyle bir durum olacak kadar kullanmadım. Sadece bir hafta kullandım ve bol bol uyuyarak geçirdim o günleri."
"Nefret ediyorsun değil mi?" Diye sordu ıssızlaşarak. Adımlarımız yavaşlamıştı. Avucunun içindeki etkisiz halde kalan elim sıcacık olmuştu. Denizin tuzlu kokusu ciğerlerimi genişletiyordu.
Derin bir nefes aldım. "Nefret etmiyorum. Artık hiçbir şey yapmıyorum. Sadece yaşıyorum." Diye mırıldandım.