🌅🌅🌅
Her şeye kızgın olsam bile akşamüstlerini sevmiştim.
Uzun zamandır- Yaz tatili başladığından beri sokak aralarında dolanıp batıya doğru yürüyordum, akşamüzeri vakitleri. Annem hemşireydi ve gece nöbetleri Yaz mevsimi olduğu için daha yoğundu çünkü yıllık tatilini azar azar kullanıyordu, tabii ben de bu yüzden evde yalnız kalıyordum.
Aslında genel olarak hayatta yalnız kalıyordum.
Ama Hyunjin vardı ve onun arkadaşları da beni benimsemişlerdi. Ne de olsa herkesin hayatında küçük de olsa bir şans olurdu.
Babamı hatırlamıyordum.
Bilmiyorum, belki de hatırlamak istemiyordum ama zihnimde küçük de olsa bir fotoğrafın kalmamış olması beni bazen korkutuyordu.
Kim bilir neredeydi şimdi? Merak ediyor muydum? Belki. Onu bilseydim her şey düzelecek miydi? Belki... Her şeyi daha da mahvedebilecek biri olduğundan korkuyordum muydum? Kesinlikle.
Beyaz kulaklıklarımı kulaklarıma tıkıştırıp gürültülü bir şarkı açtıktan sonra telefonumu cebime koydum ve ellerimi de cebime sıkıştırdım.
Belki biri kurtarırdı.
Ben halledemeyecek kadar yorulmuştum çünkü.
Batmaya başlayan güneşin turuncu ışınları gözlerimi kamaştırmaya devam ederken ben de yürüyüşümü sürdürdüm. Gözlerimin önündeki görüntünün, dinlediğim şarkıyla tezatlık oluşturması sorun bile değildi.
Ayaklarımın beni nereye götürdüğünü bilmediğim gibi. Sadece soyut hissediyordum. Yalnız bile değildim belki.O parka giderken adımlarım yavaşladı. Çocuk parkıydı ama oraya giden çocuk yoktu burada. Ikili salıncak, üçlü kaydırak ve bir bankı vardı. Bu kadardı. Yakın zamanda yok edileceğini de duymuştum. Neden kalacaktı ki zaten? Güzel olmadığı sürece yok edilmeye mahkumdu, diğer her şey gibi. Üzerinde kimin anısının olduğu bile önemli değildi.
Mavi salıncağa geçip oturdum güneş turuncu ışıklarını kısarken. Zincirler çok paslıydı ve sürekli gıcırdıyordu. Kulaklıklarımı çıkarıp cebime tıkıştırdıktan sonra daha net duymuştum. Biraz sallanmaya başlayıp ayaklarımı yine de yerden ayırmadım ve zincirin sesini dinledim.
"Renee?"
Tanıdık sesle bir an irkilip omzumun üzerinden arkama, sesin geldiği yere döndüm. Mina, kaşlarını çatmış hafif şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Burada ne yapıyorsun?" Diye sorarken bana doğru yaklaşmıştı.
"Sallanıyorum, sen ne yapıyorsun?"
"Babamdan geliyordum, eve gidiyorum. Ben de sallanabilir miyim?" Diye sorarken zaten çoktan yanımdaki salıncağa geçip oturmuştu.
Ona verecek bir cevap bulamadığım için yanımdaki salıncağa oturup sallanması konusunda bir şey demedim. Ağır ağır sallandı, benden biraz daha hızlıydı. Ben sadece milim milim kımıldıyordum.
"Hyunjin çocuklarla kaykay kayıyordu."
"Biliyorum." Diye mırıldandım keyifsizce.
"Neden sen de gitmedin?"
Cümle kurmaktan sıkılmıştım. Omuz silktim sadece. O bunu görmese de.
"Aslında sana özeniyorum. Keşke istediğim zaman arkadaşlarımla olmadan yalnız takılabilsem." Salıncağı yavaşladı ve o da benim gibi milim milim sallanmaya başladı.
"Bu ne demek şimdi?" Diye homudandım.
"Öyle işte. Sadece söylemek istedim. Keşke annemle babam arasında mekik dokumasam, arkadaşlarım benimle istediğim kadar görüşebilse, keşke beni gerçekten sevebilen biri olsa..."
"Seni zaten herkes seviyor Mina."
"Herkes? Sadece birinden bahsettim. Seni seven gibi biri."
Kaşlarım çatılırken kafamı ona çevirdim. Dudaklarını bükmüş, düzgün kaküllerinin altındaki gözlerini yere çevirmişti.
"Beni seven gibi biri?"
Kafasını ağır ağır salladı. "Evet. Beni gerçekten önemseyen biri. Herkes biri tarafından sevilmek ister, bu bencilce değil; değil mi?" Bana isyan eder gibi bakarak dönünce bakışlarımı kaçırdım bir an ama geri döndüm tekrar.
"Bencilce değil. Herkes istiyor. İnsancıl bir davranış bu."
Kafasını salladı. "Herkes istiyorsa, neden kimse sevmiyor?"
Dudaklarımı birbirine bastırdım, yutkundum ve gözlerimi kıstım. "Bu sorular nereden geliyor Mina?"
Dudaklarını ısırdı ve omuzlarını silkerken kaşları havalandı. "Hiç. Hiç bir yerden."
"Nerede o?"
Pes edip bıkkınca bir nefes verdi. "Hiç de gizemli olamıyoruz. Al bakalım şunu. Çok mu eski film izlediniz anlamıyorum ki cidden... mektup nedir ya?"
Salıncaktan kalkıp cebinden çıkardığı kağıdı bana uzattı. Onu alıp Mina'ya baktım.
"Sabahtan beri çıkmanı bekliyordum, biraz daha beklemeseydin eve baskın yapacaktım. Görevim burada bitmiştir, hadi görüşürüz." Elini kaldırıp hafifçe salladı ve gitti.
Bu defa bıkkınca ben soludum ve kağıdı katlanmış kenarlarından açıp okumaya başladım.
Sana yazmayacağım diye söz vermiştim ama iletişim kurmamız gerekiyordu bir şekilde sonra düşündüm yazmayacağım şey mesajdı yani mektup değildi bu demek oluyor ki bana güvenebilirmişsin bak yazmayacağım deyince yazmayabiliyorum
Bu arada saçların yakışmış ama çok uzaktan gördüm insan bir dışarı çıkar oksijen falan da mı bitmiyor evin içinde?
Buna cevap vermek zorunda değilsin bu arada
Her neyse ben n'aber demek için yazmıştım.
N'aber? :)
-Mark Lee.