06.05.2020
Medyadadaki müziğin bu bölüme yakıştığını düşünüyorum. Özellikle Conall'ın düşüncelere daldığı kısımda. Sonuna kadar dinleyin derim, ilerledikçe güzelleşiyor çünkü❣️
___
Liv: Yaşam anlamına geliyor.
Randall (Rendıl) : Kalkan.
Tyra (Tayra) : Güç anlamında.
Einar (Eynar) : Yalnız savaşçı.
Sindri: Küçük, önemsiz. Pırıl pırıl.
___
Günler hızla akıp gidiyordu. Orvar kasabasında her şey olması gerektiği gibi ilerlerken Conall için durum hiç de böyle değildi. Bir şeyin yakıcı sıcaklığı ele geçirmişti bedenini;
vicdan azabı.Liderleri konumundaki amcası, Randall dışında ona kimse kızmasa da vicdanı çoktan kendine ceza vermeye başlamıştı. Zindanların ardına itiliyor, vicdanıyla bir hesaplaşma veriyor sonra acıya mahkum bırakılıyordu.
Norslar sorgulamadan öldürmezlerdi, hele Orvarlar bu konuda çok dikkatliydi. Düşmanını öldürmek, ona canice işkenceler etmek dahi normaldi ama düşman olduğu meçhul birini öldürmek katillikti. Conall ise belki de katil olmanın eşiğindeydi.
Conall, işini çok iyi bilen Conall hata yapmıştı. Yayını fazla germişti ve ok genç adamın etini parçalamış, kemiğini çatlatmıştı. Adamın çok kan kaybetmesine sebep olmuştu. Duygulara hakim olmak önemliydi, anın öfke ve heyecanına kapılıp hedefi bir milim kaçırmak bazen ölümcül olurdu. Conall da duygularına kapılmıştı. Bu hatası büyük olasılıkla bir ölüme ve amcasının öfkesine sebep olacaktı.
Amcası Randall yaralı adamı ve kabilesinin bayrağını uzunca incelemişti. Bilge biriydi, çok fazla insan tanımıştı.
"Bu adam Türk!" demişti ve eklemişti: "Onu iyileştirmek için ne gerekiyorsa yapın, işimize yarayacak! Ve sen Conall, o hayata dönmezse hakkında önemli kararlar alacağız !"
Orta yaşlarda, bilge bir kadın olan köyün şifacısı Liv'in baktığı yaralı adam, günlerdir gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu. Bazense ateşler içinde yanıyordu. Liv, adamın zar zor açabildiği ağzından sıvı besinler içiriyordu. Nefes alan ölü bir beden gibiydi.
Ölüm ve yaşam üzerine hüküm vermek zor ve yanlıştı. Kaderci bir halktı Norslar. Kader bilinemezdi, üzerine varılan yargılar anlamsızdı. Ama Conall, bu genç adamın öleceğine emindi. Yine de onun için elinden geleni yapacaktı.
Liv'in ahşap kulübesine doğru ilerlerken yıpranmış, çamura bulanmış deri botlarını izliyordu. Günlerdir uyanır uyanmaz buraya geliyordu. Kapıya vurdu sertçe.
"Gel Conall!" Liv, Conall'ın her gün yaptığı ziyaretlere alışmıştı ve gelenin o olduğunu biliyordu.
Tahta kapıyı açıp içeriye ilerledi. Yerdeki şiltede, ter içinde yüz üstü yatan, yüzü diğer tarafa çevrilmiş olan adama baktı. Üstü çıplaktı adamın, esmer teni terden sırılsıklamdı. Sargılı yarasının üstünde şifacının çeşitli bitkilerden yaptığı bir kür vardı. Suratı ifadesiz duruyordu, kapkara saçları Liv tarafından, arkada toplanmıştı. Kanlı beyaz gömleği temizlenmiş, kenarda duruyordu.
Biraz gerisinde, ayakta dikilen, beyaz yüzü çillerle kaplı olan şifacı kadına baktı Conall. Ona bakarken odanın köşesinde, yuvarlak masanın yanındaki ahşap sandalyeye oturmuş olan diğer kadın ilişti gözlerine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valhalla'nın Işığı
Tiểu Thuyết ChungYaralı bir Türk, Norslar'a esir düşer. İyi bir savaşçı ve zeki olduğundan onu kendi lehlerine kullanmak isterler. Bu hikaye Conall ve Karahan'ın hikayesidir. Valhalla'nın Işığı'nın hikayesi... ⋆⋆⋆ Kurgudur, gerçeğe uygun olmayabilir. ↬30.04.2020