1.9

3K 111 20
                                    

Medya Elif.

Dershanede hocanın son anlattığı dersten sonra iki yüz soru daha çözüp, birkaç saatimi orada harcamıştım.

Yedi gün, sayamadığım kadar saat. Hiçbir şey yoktu. Alparslan sırra kadem basmıştı, gitmişti. Sanırım onla dalga geçmeye ve sürekli profiline bakmaya o kadar alışmıştım ki, o kadar yabancı geliyordu Instagram'a girdiğimde ona rastlamamak. Konuşmalarımızda gitmişti, ekran çektiğim bazı yerler hariç hiçbir şey kalmamıştı. Sanki bir rüyadan uyanmıştık, ruhsuz ruhsuz dershanenin koridorunda geziyordum.

Arda benden evvel davranarak dersten kaytarmıştı, soru çözmeden arkadaşlarının yanına gitmişti. Ben de öylece kalmıştım. Tek başıma yürürken kulaklıklarımı taktım, 18 Mart'ta tam 22 yaşına girmiş olmama rağmen hala bir çocuk gibi hissediyordum kendimi.

Dört senedir mükemmelliyetçi babamın gözünü doyuracak bir bölüm tutmadı diye beni geçiştirdiğinden, üstümde çok büyük baskı vardı. Sadece geceleri dışarı çıkmama bir şey demiyorlardı, bir tek ona bir şey demiyorlardı ki, buna da izin vermeseler kaçacağımı düşündüklerinden ses etmiyorlardı.

Çanakkale'nin ılık havası sertleşiyordu. Rüzgar çıkmıştı. Kordon boyunda yürüyüp tekrar döndüğümde, bir kere daha kordonun başına doğru ilerlemiştim. Garip ve orta yaşlı bir adam bir grup birileriyle konuşuyordu. Bir adam arkası dönük, elleri cebinde uzun boyuyla diğerlerinin yanında bayağı görkemli duruyordu. Öylece kordonda yürümeye devam ederken tanıdık sesle yerime çakılı kalmıştım.

Sanırım hayal görüyordum.

Hayaldi.

Hayal olması gerekiyordu. Başka açıklaması olamazdı.

"Komutanım dönmemiz gerekecek, bundan sonrası bizlik değil." Bir diğer ses onu tastikler gibi konuştu.

"Evet, artık Erzurum'a dönmeliyiz. Hem karınız bekler,"

Karınız?

Karınız?

Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor gibi olurken, onların beni görmeyeceği bir banka oturmuştum. Sanırım halisülasyon görüyordum. Başka hiçbir açıklaması olamazdı. Şu anda bunların rüya olmasını diledim ama karşımda o fotoğraflardakinden daha asil duran adam vardı. Yutkunamadım, sahi gerçekten o muydu? Aklım almıyordu? Erzurum'daydı, bunlar Alparslan'a komutanım diyordu?

Delirecek hale gelmiştim.

"Şehit verdik biz bir hafta önce şehit verdik. Seyhan için savaşacağız, onun intikamını almadan dönmeyeceğiz." Alparslan net bir sesle konuşurken kalbim boğazımda atıyordu. Beni görmemesi için saklanmıştım, daha doğrusu taktığım şapkadan ve büyük kulaklıklarımdan kim olduğum belli olmuyordu. Onun yüzünü görebiliyordum, çizgileri sanki daha da belirginleşmişti.

Uzağa bakarak bir şeyler söyledi ama bu defa otokontrolünü koruyordu.

Benimse ellerim titriyordu, parmaklarım uyuşmuştu. Hissizdim. Nefesim boğazımı tırmalıyordu. Onun evli olabileceğini düşünürken, kalbim damarlarıma inat daha da hızlanıyordu. Sevgilim var sanıp benle konuşmayı kesen adam evliyken... Benle... Konuşmuştu ve ona bir şeyler hissetmeye başlamıştım.

Gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Dudaklarımı ellerime kapatıp kafamı yanımda duran banka yaslamıştım.

Yutkunamıyordum.

Evli olmasını kabullenemiyordum.

Eğer evliyse senle konuşmazdı, içimden böyle geçirip kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Olmuyordu. Sanki bugün gerçekten olmamış gibi davranmak istedim.

GÜNEŞ SOLARKEN SOKAĞA ÇIKMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin