Rabia Teyze beni eve bırakırken beni kimseye bir şey söylemem için iyice uyarmıştı.
Eve girmemle abim yanıma geldi. "Kızım sana o kadar mesaj atıyorum. Ne diye cevap vermedin?" diye sordu abim.
"Telefonum bozuldu da." diyerek yalan söyledim. Rabia Teyze dinlenme olasılığına karşın camdan attı diyemezdim.
"Peki ne konuştunuz?" diye soran abim ile "İlişkilerde bu tür şeylerin olabileceğini, barışacağımızı." dedim.
Aslında adam kesip biçme, kaçırma, öldürme ve mafya işlerinden konuşmuştuk ya.
"Moralin yerine gelmiş gibi gözüküyor." diyen abim ile "Pamir'in annesi ile konuştuğum için olabilir mi?" diye sordum.
"Peki o zaman yarın okulca yapılan bir kamp varmış. Gider miyiz?" diye soran abim ile Selim piçinin telefonda onunla aynı çadırda kalacağım ile ilgili dedikleri aklıma geldi.
"Gideriz abicim. Yarın saat kaçta yola çıkacağız?" diye sordum.
"Saat 9.30'da okula gideceğiz. Okulda bizi otobüs bekleyecek." dedi abim.
"Hoş. O zaman ben odamdayım. Bir duşa gireceğim." dedim.
"Peki abicim. Sen hep gül olur mu? Gülmek sana çok yakışıyor." diyen abim ile tebessüm edip odama çıktım.
Acaba banyodan kamera çıkabilir mi? Yok lan o kadar da değil. Hem duş kabininin camları buğulu. Dışarıdan net bir şey gözükmez.
Yine de tepkinli bir şekilde duşa girdim. Sıcak su vücuduma çarparken gözlerimi kapattım. Umarım Rabia Teyzeler annemi hızlı bulurlar da daha fazla Pamir'siz gün geçirmem.
Pamir'den
Karşımda oturuyordu. Yağmur şehre, bir şiir gibi kafiyeli yağıyordu ya da gördüğüm manzara her şeye bir tutam şiirsellik katıyordu, bilemiyorum.
Bana bakmadığı zamanlarda gözlerine bakıyordum uzun uzun. saçlarını seyrediyordum.
Tüm dünya soyutlanmış, elle tutulur, gözle görülür bir tek onun varlığı kalmıştı. Zamanın ağırlığını sırtımda hissetmiyordum.
Bir ara, niye öyle bakıyorsun, diye soracak gibi oldu, sormadı. Ben de, ilk kez bir mucizeyi bu kadar yakından seyrediyorum, ondandır, diyecek gibi oldum. demedim.
Tanrının ustalık eserlerinden biri duruyordu karşımda. Öyle bir şiirdi ki, bir kez bakan hemen anlardı onun şiirliğini.
Gözlerinde yaşam vardı. Kuraklıktan çatlamış topraklara yağan yağmurlar vardı. Elleri üşüyen çocukların sıcacık bir sobaya kavuştukları o ilk an vardı.
Memleket hasreti çeken birinin yıllar sonra odasının eşiğinden geçerken hissettikleri vardı. Kanlı bir harpten sonra, oğullarının sağ salim eve dönüşüne şahit olan annelerin gözlerindeki sevinç vardı.
İhtiyacım olan her şeyi itinayla gözlerine sığdırmıştı tanrı. Onun varlığı sayesinde, yalnızca onu severek bunca güzelliği göğüs kafesime sığdırabilmiştim.
Uzun yolculuklara çıkıyordum gülüşünü düşündükçe. Sonu gelmesin istediğiniz yolculuklar vardır hani.
Her şeyi bir kenara bırakıp, sadece gitmek istersiniz. Bir varış hayal etmeden, yalnızca yolun kendisini arzularsınız.
İşte ben ne zaman onun gülüşünü düşünsem, öyle yolculuklardan birinde başımı otobüs camına yaslamış bir şekilde buluyordum kendimi.
Varlığı her şeyi mümkün kılıyordu. Doğal bir ışık kaynağı gibi; yalnızlığımı, içimin karanlığını aydınlatıyordu.
Yalnızca var olması yetiyordu. Geleceğe dair kaygılarım, geçmişimden gelen yaralarım, varoluş sancılarım, ruhumdaki zifirilik, boğazımdaki düğüm.
Canımı acıtan bütün etkenler bir bir hafifliyordu. İşin en güzeli de bütün bunları söylerken, tek bir kelimesinde dahi abartmıyordum...
Daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Bir ömrü, hiçbir yaşamsal faaliyeti gerçekleştirmeye ihtiyaç duymadan o gözlerde geçirebilirdim.
Ama o beni bırakmayı tercih etmişti. Hem de sadece işi için. Ben onun için canımı bir kenara bırakacak kadar severken o beni işini bir kenara bırakacak kadar bile sevmiyordu.
Ah be Ela Gözlüm. Yaktın beni. Hem de ne yaktın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Satıcı
ChickLitBabası evi terk etmiş, annesi orospu olan bir kızın hayatı ne kadar iyi olabilir? Hemde bu kız hayatını sürdürebilmek için uyuşturucu satışına başlarsa?