Ertesi gün uynadığımda sanki üzerimden tır geçmiş gibi hissediyordum. Telefonum odanın bir yerinde çalmaya devam ederken başımın altındaki yastığı kafama bastırarak sesi engellemeye çalıştım. Telefonum sanki beni uyandırmaya yeminliymiş gibi çalmaya devam ediyordu.
Sonunda ona karşı şansım olmadığını anladığımda yataktan kalkmak için yorganı tekmeledim. Dün gece banyo yapmadan uyuduğum için karnımın ve göğsümün büyük kısmında kurumuş meniler vardı. Telefonumu bulup lanet alarmı kapattıktan hemen sonra kendimi banyoya attım.
Sıcak su gevşememe yardımcı olsa da şuan ihtiyacım olmak daha fazla mayışmak değildi. Derse yetişmek istiyorsam uyanmak zorundaydım. Suyu soğuk tarafa doğru çevirerek biraz daha ılık bir hale getirdim. Başımı duş başlığının altına sokup yukarı kaldırdım. Su yüzüme çarpıp boynumdan aşağıya akarken birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatıp öylece durdum.
Gözlerimin dolmaya başladığını hissettiğimde alnıma dökülen saçları ellerimle geriye ittim ve suyun altından çıktım. Jongin'nin özenle katlanmış havluların içinden bir tanesini alıp belime sardım. Ne zamandır banyoda olduğumu bilmiyordum. Ne zaman duş almaya kalksam zaman benim düşündüğümden daha hızlı geçiyordu. Islak ayaklarımla koridoru geçip odama ulaştığımda ilk işim saati kontrol etmek olmuştu.
Neden kendi odamdaki banyoyu kullanmadığımı merak ediyorsanız cevap çok basitti. Jongin'nin şampuanını kullanmak için onun banyosunu kullanıyordum. Odasında uyutmuyordu ama en azından banyosunu kullanmama bir şey demiyordu. Farkında olduğunu da biliyordum. Çoğu zaman bana onun gibi koktuğumu söylüyordu. Ben de zaten onun gibi kokmak için onun banyosunu kullanıyordum.
Bu sabah ne giyeceğime karar verecek kadar ayık hissetmediğim için dolabımdan elime geçen gömleklerden birini üzerime geçirdim. Altıma da siyah kotumu giydikten sonra cüzdanımı ve telefonumu arka cebime sıkıştırdım.
Ayaklarımı sürerek amerikan mutfağın önünden geçiyordum ki duyduğum sesle gömleğimin düğmelerini ilikleyen ellerim donup kalmıştı. Jongin'nin bu sabah dersi olması gerekiyordu. Öyle olmasa bile sabah 7 de kalkıp önce koşuya çıktıktan sonra eve gelip duş aldığını daha sonra da kahvaltısını yapıp 9 da ofisinde olduğunu biliyordum. Hiçbir sabah değişmeyen bir rutindi bu.
"Günaydın Sehun?"
"Günaydın Profesör? Bu sabah neden evdesiniz?"
Gülümsemeye çalışarak mutfaktaki ada tezgaha yaslanan esmerle yüz yüze döndüm. Göleğimin üstten 3-4 düğmesini hala iliklenmemişti ve ben şuan hiçbir şey yapamayacak kadar şaşkındım. Jongin'nin elindeki kahve kupası ona döndüğümde havada asılı kaldı. Dudakları sinsi bir gülümsemeyle süslenirken gözlerimi kaçırdım. Parmak uçlarım hemen baktığı yerde, boynumdaki mor lekelere dokunmak için yukarı doğru kalktı. Jongin karşısında artık kızarmayı kafama takmıyordum. Esmer profesörün hayat amacı beni utandırmak olduğu için yanında kırmızı trafik lambasına dönüşmeye alışmıştım.
"Güzel seçim."
"Ne?" Şuan büyük ihtimalle aptal gibi görünüyordum.
"Gömlek sana yakışmış Sehun." dudaklarını kupasına yaslayarak kahvesinden bir yudum aldı. Kahveyle ıslanmış alt dudağı üzerinde dolaştı dili. "Ne daha çok yakışırdı biliyor musun?"
Kurumuş boğazımı temizlemek için yutkundum. Yine de sesimin çatlamasını engelleyememiştim. "Ne?"
"Buraya gel Sehun."
Başımı salladım ağır ağır. Ayaklarım beni çoktan esmer bedene doğru götürmüştü. Yanına ulaştığım zaman elindeki fincanı tezgaha bıraktı. Hareketleri her zamankinden yavaş değildi ama benim için onunla olduğum zamanlar ağır çekim bir video kaydı gibiydi. Çoğu şeyi geriden yaşadığım için normal akışı kaçırıyordum sürekli. İnsanlar daldığımı zannediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Profesör Kim//SEKAI
Fiksi PenggemarDudakları dudaklarıma yaslıyken parmaklarının sımsıkı kavradığı kalça yanaklarımı ikiye ayırdı. Nefesimi tutmuş bir sonraki hamlesini bekliyordum. "Acımayacak Sehun" diye fısıldadı deliğime doğru Jongin. Deliğime çarpan nefesi dudaklarımdan tutmaya...