* Çok da fazla uzatmak istemedim 999 kelime oldu ckskcjskfwkfw diğer bölüm için aklıma efsane fikirler geldi ama artık bakıcaz artık... Yazım hatası varsa affedin barrriii ii okumalarrr*
♡♡♡
Elimdeki meyve suyu kutusunu buruşturup çöpe attım. Parmak uçlarım cama yapıştı, gözlerim direkt okul duvarının diğer tarafında kalan gölgeyi takip etmeye çalışıyordu. Dersin başlamasına birkaç dakika kalmıştı, ben ve Niall ise koridordaki büyük camların karşısına geçmiş okulun dışındaki Louis'yi izliyorduk. Biz de bilmiyorduk bunu niye yaptığımızı ama yapıyorduk işte. Aynı sahne gözümüzün önünde dolanıp yine duruyordu. Okula yetişmeye çalışan öğrenciler Louis'yi görüyor, gülüşüp fısıldaşıyorlar, Louis de onları tersleyip kaçmalarına sebep oluyordu.
"Mesajına neden cevap vermedin ki?" Niall'ın sorusu karşısında derin bir nefes alıp verdim. Gerçekten de onun hakkında konuşmak zorunda mıydık yani? Cevap vermek yerine pencereye dönüp Louis hala orada mı diye baktım.
Belle onun yanındaydı.
"Sence ne konuşuyorlardır?" Niall umursamazca omuzlarını silkti. "Ne bileyim. Belki geçen o bahsettiğin gün için özür falan diliyordur. O yüzden geldi belki de okula, Belle'nin de okulda olup olmadığını sormak için sana mesaj attı demek, şimdi anladım."
Ne yani? Sadece Belle'yi sormak için mi bana mesaj atmıştı?
Bir dakika ya. Ben niye böyle bir şey için üzülüyorum ki? Beni niye ilgilendiriyor sanki bu?
Kaşlarımı çatarak Niall'a döndüm. "Bir saniye. Ben bahçede seni beklerken sen neredeydin? Louis bana seni çatlak biyolojiciyle konuşurken gördüğünü, muhtemelen gelemeyeceğini söylemişti." Niall bir anlığına durup düşündü. "Yoo, ne alaka? Zayn ile koridorda karşılaşmıştık hemen aşağıya inip seni bulacaktık. Ayrıca ben Louis'yi falan görmedim." Bu da ne demek oluyor şimdi?
Louis... Neden böyle bir yalan söyleme gereği duymuştu ki? Louis Tomlinson... senin amacın ne?
-------
Kitaplarımı dolaba sığdırmaya çalışırken farketmeden biri kucağımdan yere düştü. Tam yere düşen kitabı almak için eğilecekken başka biri benden önce davrandı. Uzun incecik parmaklarıyla kavradığı kitabımı bana uzatırken konuşmak için dudaklarını araladı. "Selam Harry." Cildi bembeyazdı, kitabı alırken yanlışlıkla elim eline değdiğinde tüm vücuduma soğuk bir ürperti yayıldı. Karşımda duran bu kızın yüzü bir yerden tanıdık geliyordu. "Ben Sophia." Gülümseyerek adını söylediğinde yüzünü anımsamayı başarabilmiştim. Bu kız o gün laboratuvarda Louis ile kavga eden çocuğun yanındaki kızdı. Muhtemelen sevgilisi. "Ah, merhaba Sophia." Yerimde huzursuzca kıpırdadım. Muhtemelen bana Louis ile alakalı bir şey soracaktı, mağlum o gün onun yanında ben vardım. Ve dürüst olmak gerekirse, bu kadar samimi gülümsemesine rağmen yine de iyi niyetli falan olduğunu zannetmiyordum. Bakalım taktığı şirin maskenin altında ne oyun döndürecek...
Derin bir nefes alıp elini hemen arkamda kalan dolaplara yapıştırarak beni kendisi ve dolapların arasına aldı. "Kısa keseceğim tatlı çocuk. Senden mini minnacık bir iyilik isteyeceğim şimdi." Lanet olsun Louis Tomlinson... Sana lanet olsun. "Sakın yanlış anlama beni ve erkek arkadaşını korumak için bana cevap vermemezlik falan yapma, tamam mı? Tek ihtiyacım olan Louis'nin adresi." Ne? "E-erkek arkadaşım mı?" Sophia denen kız yüzüme anlamamış gibi baktı. "Saklamana gerek yok homofobik falan değilim kıvırcık." Tanrı aşkına ne diyor bu? "Ha-hayır Louis ile sevgili falan değiliz nerden çıkardın böyle bir şeyi? Değilim yani- hayır ben kızları- kızlardan hoşlanırım be-" Sophia gözlerini devirerek elini kaldırıp susmamı söyleyen bir işaret yaptı. "Of, tamam her neyse ne işte. Louis ile ilgili gay dedikoduları çıkmıştı ben de çıkıyorsunuz sandım o kadar. Uzatma da ver şu çocuğun evinin adresini." O sırada arkasına döndü ve diğer koridorda duvarların arkasına saklanmış birkaç öğrenciye işaret verirmişcesine bakıp onların buraya yaklaşmasını sağladı.
Aha şimdi sıçtım.
Sophia'yı üzerimden çekmeye çalışırcasına ondan uzaklaşarak birkaç adım attım. "Bilmiyorum. Yani Louis'nin nerde oturduğunu bilmiyorum. Gerçekten." Mal gibi nefes nefese kalmıştım. Yalan söylediğimi düşünecek... Ve o kuduz köpek gibi beni parçalamayı bekleyen öğrenciler de kıçımı tekmeleyecek. Sophia sıkıntıyla nefes verdi ve kolunu dolapların üzerinden çekti. Yalan söylemeyeyim, ondan biraz tırsmıştım. Biraz şey gibiydi... Louis gibi? Anlarsınız ya... "Benim canımı sıkma çocuk. Biliyorsan söyle işte uğraştırma beni." Bilmediğimi kanıtlamaya çalışırcasına başımı iki yana salladım. "Bilmediğimi söyledim işte." Yüzüne sinirlenmiş gibi bir ifade takınıp üzerime yürümeye başlamıştı. "Sana son kez söylüyorum işte, Louis'nin adresini ver. Çabuk." Tanrım, bu pısırıklığım ne zamana kadar devam edecekti gerçekten? Ayrıca Louis'nin yediği boklar yüzünden ben niye bu durumda kalmak zorundaydım?
Tam elini kaldırıp bana doğrulttuğunda bileğini kavrayıp onu durdurdum. "Sana bilmediğimi söyledim ya niye uzatıyorsun?" Sesim biraz yüksek çıkmış olacak ki koridorda ilerleyen birkaç kişi kafasını çevirip bize baktılar. Tam o sırada Sophia'nın arkasında bekleyen oğlanlar gelip beni yakaladılar. Tanrım, Yüce Tanrım nerdeyim ben? Bir aptal genç pembe dizisinin içinde falan mı?
Gerçekten kendimle gurur duyuyorum. Kendim için sesimi çıkartıp kendimi savunacağım yeri ve zamanı çok harika bir şekilde seçmiştim ve tam olarak şu an boku yemek üzereydim işte. İlk defa kendimi savunayım dedim, ilk defa korkaklık yapmayayım dedim onu da bok ettim.
Tanrı aşkına bu okulda hiç öğretmen falan yok mu?!
"Hey, ne oluyor burda?"
Oh, Belle... Kurtarıcı meleğim benim...
Belle suratındaki dümdüz ifadeyle Sophia'ya bakarken Sophia beni bırakmaları için beni tutan çocuklara işaret verdi. Tanrım, sana Belle'yi yarattığın için tüm hürmetlerimi sunuyorum. Sophia yüzüne aynı bana yaptığı gibi şirin ve samimi bir gülücük yerleştirdi. "Hiçbir şey, sadece Harry ile biraz sohbet ediyorduk o kadar, Belle. Neden sen de bize katılmı-" Belle iki kolunu göğüs kafesinin üzerinde birbirine sardı. "Kısa kes?" Sesi daha çok soru sorar gibi çıkmıştı. Tanrım burda neler dönüyor biri bana anlatabilir mi? Belle... vay canına. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Bu... bu çok havalıydı.
Sophia hiçbir şey söylemeden öylece Belle'nin suratına bakıyordu. Seni gidi yılan... Hadi gel şimdi benim minik koruyucum Belle'ye de bir şey söyle bakalım söyleyebileceksen. Belle sıkılmış gibi nefesini dışarı verdi ve bana yaklaşarak koluma girdi. OH TANRIM! YÜCE İSA! BELLE.KOLUMA.GİRDİ. BELLE THIRLWALL! AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAHHHHHHH!
"Üzgünüm Sophia'cığım ama Harry'nin şu anda seninle sohbet etmek için hiç vakti yok. Çünkü bana söz vermişti bugün için ve geç bile kaldı. Beni daha fazla bekletmeden onu çalmak zorundayım." elini kaldırıp nazikçe parmaklarını dans ettirerek Sophia'ya el salladı. Ah, işte bu benim kızım.
Daha benim kitabı dolabıma geri koyamadan öylece Belle'nin peşinde koridorda yürüyordum. Niall'a rastladığımız sırada Belle kolumdan çıktı ve hiçbir şey söylemeden Niall ile konuşmama izin verdi. Niall soru sorarcasına yüzüme bakıyordu. "Niall bekleme, koş, koş ve git dolabımı kilitle. Şifremi biliyorsun değil mi? İyi al ve bunu da dolaba koy." Niall tam bir şey söyleyecekken tekrardan ağzımı açtım konuşmak için. "Ve- ve dikkat et. Aslanlara yem olma." Belle bunu duymasın diye biraz fısıldayarak konuşmuştum ama duymuş olacak ki başını öne eğerek kıkırdamıştı. Niall ise anlamamış gibi suratıma bakakalmıştı.
Niall'ın sırtına vurarak Belle ile konuşmadan oradan ayrıldık. Niall ise bir iki saniye öylece arkamızdan bakakalmış sonrasında koşarak dolapların olduğu yere koşmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cԋɾιʂƚɱαʂ Gιϝƚ ☆ Larry Stylinson
Fanfiction"Gidiyorum." Harry'nin sesi titremişti. Louis kaşlarını çattı. "Ne?" "Bu şehirden, senden... gidiyorum." Yayımlanma tarihi ~ 4 Mayıs 2020