Bölüm 10; yeryüzünün bizim olmayan köşesi kalmasın

276 50 47
                                    


Anakara'nın, üzerine hiç güneş doğmuyormuşçasına kan ve acı ile dolu olduğu yıllarından, karanlık üzerine karanlığın doğduğu gecelerinden birisiydi. İnsanların hepsini, küçük küçük kümelendikleri kasabalarında hareketlendiren bir olay yaşanıyordu. Işıklar bir bir yanıyor erkekler gaz lambası ellerinde, anneler çocukları kucaklarında akın akın dışarı çıkıyorlardı. Herkesin başı daha önce hiç görmedikleri bir şekilde parıldayan semadaydı. Ay ışığını bastıran, bir yıldız yağmurunu andıran yeşil ışıklar durmaksızın aynı noktaya, kuzeye doğru akıyordu.

Bu ne insanoğlunun ne de cadılar dışında başka bir ırka mensup herhangi bir kişinin ömrü hayatında ikinci kez rastlayamayacağı, yüzlerce yılda bir kez vuku bulan, gökyüzünü kaplayan bu olay, kıtanın her bir noktasından hareket büyüsü kullanıp Kara Kale'ye akın eden cadılardan başka bir şey değildi. Heyecandan dört dönen, yeşil parıldayan gözlerini aynı noktaya dikmişlerdi, çığlıklar ile uçuşuyor, Kraliçe'nin Çağrısına kulak veriyorlardı.

Kıtanın binlerce yıllık dengesini bozan ve her şeyi cadıların hükmüne sokan, gelmiş geçmiş tüm cadılar arasında en çok sevilen ve en çok korkulan, en yüce olan ve en zalim olan, gücünün benzeri bulunamayan, cadı tarihinde kraliçe olarak anılmış dokuzuncu kişi; Aegis, büyü taşı dönüşümünü başlatmıştı. Etraflarındaki büyüleri hissedebilmeleri ile bilinen cadı ırkının tüm fertleri günlerce, aylarca uzaklıkta olup olmadıkları fark etmeksizin iliklerine kadar ürperdiler bu sonun başlangıcı ile. Gökyüzünü kapatırcasına canhıraç uçuşları bundandı, tüm tarihleri boyunca yaşadıkları en görkemli bin yılın sahibini uğurlamak için, kraliçe Aegis'e son bir kez bakmak için uçuşuyorlardı.

Bilinen ilk cadı kraliçesi Meduz tarafından yaptırılmaya başlayan ve tamamlanması üç bin yıl süren Kara Kale'nin içi cadılarla doluşmuştu. Binlercesinden çıkan çığlıklar ve kahkahalar tamamı siyah büyü taşından oluşmuş kale içinde sonu gelmez yankılara sebep oluyordu. Devasa salonun tam ortasında rengarenk parıltılar saçan Aegis, iki elini iki yanına açtı ve "Cadılar!" diye bağırdı. Boyu iki metreyi biraz daha aşıyordu, artık tam olarak seçilemeyen uzun yüzünde çıkık elmacık kemikleri vardı. Derin bir nefes aldı ve tekrar "Cadılar!" diye bağırdı. Tok, kalın, bir kadına göre çirkin sayılabilecek sesi onun zalim ruhu ile öyle uyuşuyordu ki. Herkes olduğu yerde sabitledi kendini ve coşkusunu dinginleştirdi. Birazdan kulaklarına çalınacak olan şey aşık oldukları, taptıkları cadının son sözleri olacaktı.

"Öyle çok kan dökün ki ağaçların yaprakları kırmızıya çalmaya başlasın! Öyle çok acı çektirin ki doğduğunda ağlayan bebeklerin yüzlerine mutluluk hiç vurmasın! Yeryüzünün bizim olmayan köşesi kalmasın!"

Aegis, ağızlarının suyu akar şekilde kendine bakan cadıların merkezinde, kendi etrafında yavaşça bir tur döndü ve "Cadılar!" dedi son kez. "Yeni kraliçenizi selamlayın! Onun adını koyuyorum!"

Kadim yıllardan beri kendini yumurtaya, kozaya, büyü taşına dönüştüren her cadı, doğuracağı ilk cadının ismini vermiştir ölmeden hemen önce. Özellikle kraliçelik tacının ve tahtın aktarılmasında bir seremoni haline gelen bu eylem cadıların yeri doldurulmaz geleneklerinden birisidir. Kardeşlerinin isimlerini koyma hakkı ise ilk doğan cadıya aittir.

"İrora!" diye bağırdı Aegis. Bu onun son sözleri olmuştu. Yaydığı ışık iyice kuvvetlendi. Cadıların gözleri kamaştığından neler olup bittiğini göremez hale geldiler. Parıltılar tekrar normalleştiğinde kraliçelerinin yerinde iki metrelik piramit şeklinde bir büyü taşı vardı. Nefesler tutulmuş, kalp atışları piramidin tepesinden soyulur gibi açılmasıyla son raddesine ulaşmıştı. Renk renk ışıkların içinden bir el gözüktü önce, suda boğulmak üzere olan ve medet uman birinin son çırpınışları gibiydi manzara. Sakince önce kolunu, ardından diğer elini ve kafasını çıkardı yeni kraliçe. Ciğerlerine çektiği derince nefes, ilk nefesi kolaylıkla duyuldu. Ayağının birini dışarı attı ve çıktı kozadan. Çok açık renk sarı saçları ve bembeyaz teni koyu mavi gözlerini daha da belirgin hale getiriyordu. Ellerini açıp kapattı. Aegis'in, tahtın eski sahibinin kardeşlerinden birisi elinde ince, siyah bir elbiseyle yanına geldi onun. Başını eğip "Kraliçem!" dedi. Gözlerini açıp kapatan, omuzlarını kıpırdatıp yeni doğmuşluğu üzerinden atmaya çalışan kraliçe "Adım ne?" diye sordu. Başını daha da eğen cadı "İrora, kraliçem!" dedi. Gülümsedi İrora. Kollarını iki yana açtı ve giysinin kendisine giydirilmesini istedi. Ardından başını kaldırıp etrafındaki binlerce cadıya baktı. Hepsi dizleri üzerine çökmüş, çıt dahi çıkarmıyor ve başlarını yere gömmüş şekilde bekliyorlardı. Onları böyle taştan heykellere döndüren şey Aegis'i geride bırakıp göklere çıkan yeni kraliçelerinin büyü gücüydü. Gözleri şehvet ve açlıkla parıldayan İrora, "Cadılar! Cadılarım!" diye bağırdı. Herkes bir bir tiz çığlıkları ile kaleyi inletmeye başlamıştı. Ellerini birbirine vurdu ve bir kahkaha patlattı İrora.

Demir Bağlar - KUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin