Gece yarısını yeni geçtiğinde yıllarının geçtiği odasına giren Siren, bu odaya en son girişinin üzerinden yıllar geçmiş gibi hissederken uykuya daldı. Eve gelmek onun için bir tür yenilenmekti. Sadece iki haftada yaşadığı şeylerden, duygu durumlarının karışmasından ve içinden çıkamayacağını düşündüğü ilişki karmaşalarından uzakta bir hafta geçirmenin içinde iken net düşünemediği durumları yorumlamasında yardımcı olacağını düşündü. Bir tabloya ne kadar yakınsan boyaya da o kadar yakınsındır ve şekilleri seçmek imkânsız hale gelir. Ama uzaklaşıp olması gereken yerden baktığında her şey terli yerindedir ve bir anlam ifade eder.
Siren bayramın telaşını evde ailesinin yanında atlatırken İstanbul'u düşünmedi. Evin balkonundan güneşin doğuşunu izlerken ortasında kaldığı karmaşadan çok uzaktı. Eski lise arkadaşlarıyla zaman geçirdi, annesi ile doğa yürüyüşleri yaptı ve dedesinin sıklıklla gittiği kahvehanede dedesine eşlik edip onunla tavla oynadı. Zaman onunla uyumlu bir şekilde akıp giderken orada yaşadıkları hakkında pek düşündüğü bir şey olmadı. Sadece sıklıkla aklına gelen biri dışında her şey kendi akışında devam etti. Boran'ı düşündüğü zamanlar dışında her anının içinde yaşadığı anda geçirdi. Onu düşündüğünde ise ne zamanı ne değişen gökyüzünü fark etti. Gök gürültüsünü duyana kadar yağmurun geleceğini anlamadı. Gök feryat ettiğinde ise annesinin kahveyle yanına oturmak üzere olduğunu gördü.
"Sanırım sen ile Ankara'nın ilişkisi asla değişmeyecek." Annesi kahvesini Siren'e verirken o annesinin neden geldiğini biliyordu. Günlerdir güzel zaman geçirmelerine rağmen pek konuşma fırsatları olmamıştı. Daha doğru ifade etmek gerekirse Siren annesiyle İstanbul ve ağlama krizi eşliğinde bahsettiği çocuk hakkında konuşmak istemiyordu.
"Gideceğim için boşuna yağmur yağmasın. Okulum beni bekler." Siren Ankara sınırları içinde bile yer değiştirdiğinde yağmurun yağmaya başlama huyundan nefret ediyordu. Başka bir şehre gezmeye gitmelerinden hemen önce mevsim ne olursa olsun yağmur yağardı. Bunun bir tür lanet olduğunu düşünüyordu. En azından İstanbul'da başına böyle bir şey gelmemişti.
"Tabii başka bekleyen şeylerde vardır."
"Acaba ne kurdunuz kafanızda canım valideciğim?" Siren'in annesini durdurmaya gücünün yetmeyeceğini bilmemesine imkân yoktu. Öğrenmek için kahve yapıp yağmurun başlamasına az kala balkona çıkması bu konuşmadan kaçamayacağının kesin kanıtıydı. Teslim olup temiz bir açıklama yapması daha az yorucu olacaktı.
"Uzun boylu ve basket oynayan yakışıklı bir çocuk?"
"Yakışıklı demediğime eminim." Siren bunu demediğine emindi. Onu anlatırken ya da ondan şikayet ederken yakışıklı demesini hiçbir şey sağlamış olamazdı. Hem ondan daha yakışıklı olan pek çok kişi vardı. Onlar dururken Boran'a yakışıklı demesi mümkün değildi.
"Zevkini düşünürsek o çocuğu Kıvanç Tatlıtuğ'un bir boy küçüğü olarak düşünmekten kendimi alamıyorum." Annesinin yüzündeki bilmiş ifadeden hoşlanmasa da annesi büyük bir oranda doğru benzetme yapmıştı. Yine de bu benzerlik gerçekleri yansıtmıyordu.
"Anne, ben o kadar sarışın sevmiyorum. Chace Crawford desen daha doğru olur."
"Tabii, ilk aşkına benzemesi gerekiyor." Siren beşinci katta olmanın rahatlığı ile aşağıya atlayıp ölmeyi düşündü. Annesinin Chace Crawford hayranlığını yüz yıl geçse bile asla ama asla unutmayacağını hep yüzüne vuracağını düşündü. Gossip Girl yayınlanırken yaşanıp biten bir şeyi ısıtıp gündeme taşımanın anlamı yoktu.
"Hiç hoş değil. Senin gibi olgun bir kadına bu şekilde benimle uğraşmak hiç yakışmıyor."
"Kıvırma ve şu çocuğu anlat. En son telefonda öldürme planlarını anlatıyordun." Karnına saplanan ağrıyı bahane edip odaya kaçmak istese de bunu ertelemenin yararı olmayacaktı. Odaya gelip sormayacağının hiçbir garantisi yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ KIRAĞI
Ficción GeneralOlmamasına razıyım, yeter ki oluyormuş gibi olmasın. Franz Kafka