küçük şehrin ortasında büyük vedalar yaşandı gördünüz mü

22 4 0
                                    

Küçük sehrin ortasında büyük vedalar yaşandı gördünüz mü?Siz hiç gerçekten son olduğunu bilerek veda ettiniz mi?Hiç bir vedanın veda oluşuna boyun eğdiniz mi?Sizin hiç vedanız bile yarım bırakıldı mı?

Hava sıcak mı sıcaktı o gün. Nem öyle çoktu ki hiç kımıldamadığınız yerde bile kan ter içinde kalmanız saniyeleri buluyordu yanlızca. Öyle bir sıcaktı ki bu, sanırdınız iç yangınları artık dışarıyı da yakıyordu.

Haziran ayından daha böyle olursa temmuz ağustosta cehennem gibi olur buralar düşmüyordu romatizmalarını kumlara gömmek yerine parklarda oturup çene çalan yaşlıların dilinden. Asfalt yollar eriyor, kaldırım taşları fosur fosur sigara içilen kahvehaneler gibi tütüyordu artık. Nerede bir fıskiye varsa sularıyla mutlaka güneşten şimdiden çingene çocuklarına dönmüş üç beş çocuk mutlaka üstleri çıplak, oyun oynuyorlardı.
Dalları yerlere kadar inen ağaçların bile altında insanlar oturmuş ayçekirdeği yiyorlardı kabuklarını çimenlerin içine ata ata. Zaten kimse hiçbir zaman bir başkasını umursamamıştır.

O püfür püfür tüten kaldırımların arasında biten bir iki kurumuş ot ve geçenlerin tüm salyasını bıraktığı sigara izmaritleri dışında pek de kimsenin şahit olmadığı bir olay oldu haziranın son akşamlarından birine doğru. Gören bilen varsa eğer başka, söylesin mutlaka. Allah'ın adını verip şahitlik yapacağız burada, sevaptır.

İki tarafta biliyormuş ne olduğunu aslında, içten içe biliyormuşlar da adet yerini bulsun diye biraz da karşı karşıya gelmişler öğleden sonra dörtte ama öğlen sıcağı hala tenleri bırakmıyormuş.

Yazın sıcağı çok olursa kışın da soğuğu çok olurmuş, öyle derler, ondan sanırsam deniz kenarında yatarmış çoğu insan sabah dokuz akşam beş, gelecek kara kış günlerine sıcak kemik yanık ten bırakmak için.

Beyaz mı beyaz bir çift kol da işte o gün son kez dolanmış yanık bir tene, sevgiyle. Sıcaktan bunalmışlar ama çok da mesele eden yokmuş bunu o anda. Belki o ağızlarındaki o kesif tattandır bilinmez, o an sıcağı fark eden yokmuş.

Zarif bir kadın sesinden şarkılar dönüyormuş etraflarında inceden inceden, haberleri yokmuş.

Bundandır belki, sarıldıkları vakit biraz ağlamışlar, gözyaşları terleriyle karışmış yanakları üzerinde, ıslak ciltlerinde.
Gerçekten bunun son sefer olduğuna inanmak istememişler, hep hasretle bahsettikleri vuslatın bir daha hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini düşünmek öylesine zormuş ki onlar için.

Kabullenmek...

Kabullenmek belki de en zorudur ayrılık ve diğer bütün hayat meselelerinde, kabulleniş, kabullenişin o acı tadı, kabullenemeyiş, o kendi kendine açıklama yapma süreci...

"Yine görüşürüz." Dedi biri ötekine, inanıyormuş gibi yapmakta üstüne yoktu o an.

"Ben bir gidip geleyim, o zaman görüşürüz."
Birbirlerine doğru düzgün veda etmelerine fırsat kalmadan ayrılıp ki farklı yöne gittiler, bilmiyorlardı birbirlerini son görüşleri olduğunu.

Veda etmişler birbirlerine yarım yamalak 'Bunun mutlaka bir vuslatı olacaktır." diyerek, olmamış ama. Ne bilsinler?

Kısa bir gidiş olduğunu düşünüyorlarmış, hayatın neler getirebileceğini düşünmek için fazla gençmiş henüz, bilememiş ikisi de. Ama hayat almaya meyillidir sürekli bir şekilde bir şeylerden. Bu kimi zaman sevilen şeyler olurken kimi zaman da umutlar, hisler olabiliyor, ama hep alıyor.

Sonra belki hep içlerinde bir yerlerde kalmış yapılamayan vedalar, son kez sarılmamışlar adam akıllı, bu yüzden de her daim birbirlerinin akıllarının bir köşesinde birbirlerini özlemiş, pişmanlıkları arasında nefessiz kalmışlar.

yorgun ruhlar cemiyetiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin