chapter ❊ twenty-seven

357 25 3
                                    

Calum'dan

Devi ile tanıştığımız zamanı düşündüm. 2 yıl önce, yemekhanede bana önümdeki pizzayı yiyip yemeyeceğimi sormuştu. Yemekhanedeki masalar uzun ve bir sürü insanın oturacağı türden masalar olduğundan 2 sandalye sağımda oturuyordu. O ne kadar pizza seviyorsa, Michael'ın alıştırması sonucu, ben de bir o kadar seviyordum. Yine de tersleyememiş, pizzayı hiç düşünmeden ona vermiştim. O zamandan biliyordum aslında bu işin sadece bir pizza ile son bulmayacağını. Bu kızın peşini bırakamayacaktım.

Çocuklardan çok ona vakit ayırır, onunla uğraşır olmuştum ve bu durum bazen bana zarar veriyordu. Sanki kendi hayatıma eskisi kadar odaklanamıyormuşum gibi hissediyordum artık. Bir yandan da onun beni motive etmesi sonucu hayatımda bazı şeyler daha iyi bir hal almaya başlamıştı. Ailemle olan ilişkim onun ailesi ile olan ilişkisine imrenmem sonucu tamamen daha sağlıklı bir hal almıştı. Her futbol maçı öncesi beni izlemeye gelmiş olmasa bile orada oturuyor olması, daha iyi bir başarı sonucu ile eve dönmemi sağlıyordu.
Bir yandan benliğimden çalıyor, öteki yandan hayatımda küçük dokunuşlarıyla büyük etkiler yaratıyordu.

Tabii ki onu seviyordum. Bu da soru mu? Ama onunla birlikte olmak, sanki bir sürü şeyin içine sıçacakmış gibi hissediyordum. Belki çok sağlıklı bir ilişkimiz yoktu, belki de vardı bilemiyorum. Yine de başka bir versiyonunu denemeye cesaretli değildim.
Hanna ile barıştığım falan da yoktu. Tamamen götümden sallamıştım.
Ama Devi beni onun zorlaması sonucu el ele tutuşurken görmüş, buna sinirlenmişti. Ondan biraz uzak durmaya ihtiyacım olduğu için düşünmeden onaylamıştım aramızda bir şeyler olduğunu.
Okul sayfasında müzik köşesini o düzenliyordu, o haftanın şarkısını ne olarak seçtiğine bakmak adetim haline geldiği için o hafta da bunu atlamadım.
Haftanın şarkısı The Cranberries'den Linger'dı. Şarkı sözlerini duyduğumda şarkı aracılığı ile bana gizlice laf sokuşturduğunu fark etmiştim. Yine de durumu izah etmedim. Aptalın tekiydim. Süzme aptaldım, yine de izah etmedim.
Çünkü herkes gibi ben de bir şeylerden korkuyordum. Ve henüz bir adım atmaya hazır değildim. Bu suçlu hissetmem gereken bir durum olmamalıydı. Benim de zamana ihtiyacım vardı. Yine de böylesine zor bir durumdayken düşünmeden edemiyordum, hayat böylesine kısaysa ve göz açıp kapayıncaya kadar bir sürü şey değişebiliyorsa, beklemenin ve bir şeylerin olmasına izin vermemenin ne anlamı vardı? Olur da Devi'ye bir şey olursa, pişman olmayacak mıydım? Tanrım, bunları düşünmek için çok yanlış bir zamandı.

Sağıma dönüp baktığımda Bayan Kruger'ın halen gözlerini karşısındaki koltuklara dikmiş sessizce bir şeyler düşündüğünü gördüm. Devi'nin yanına gidip onu kontrol etmeyi istiyordum fakat Carmen'i böyle bırakamazdım, keşke çocuklar burada olsalardı.

"Hood?" Ashton ve yanında da Natalie. Bingo.
Başka bir şey dileseydim kesin olurmuş diye geçirdim içimden. "Tanrıya şükür buradasınız." diye fısıldayarak ayağa kalktım, Carmen'in duymaması için.
"Burada, bayan Kruger'ın başında durabilir misiniz? Devi'yi kontrol etmeliyim." dedim ve Ashton'ın kolunu sıkıca teşekkür ederim, sana borçluyum manasında sıktım. Ashton acı bir gülümseme ile başıyla beni onayladı.
Arkamı dönmüş Devi'yi nerede bulabileceğimi düşünürken Natalie gitmeme engel olacak bir soru sordu. "Babasına tam olarak ne olduğunu biliyor muyuz, Calum?" dudakları titriyordu. O da korkuyordu. Sonuçta yakın arkadaşının babası yoğun bakımdaydı.
"Kalp krizi, sanıyorum. Ağızlarından duymadım, Bay Kruger'ın doktoru olduğunu gözlemlediğim birini asistanı ile fısıldaşırken dinledim sadece."
Başını anlamışçasına salladı.

Devi nereye gitmiş olabilirdi? Mesaj atsam görür müydü? Arasam yanıtlar mıydı?

15 dakika kadar hastanenin etrafını turladıktan sonra son seçenek, çatıda olabileceğini düşündüm. Çatıya açılan kapıya geldiğimde, camdan orada tek başına oturduğunu gördüm. Tanrım, donuyor olmalıydı.
Yanına geldiğimde kafasını bile kaldırmadı. Ona kızmamıştım, nasıl kızabilirdim, onu gördükçe kalbim paramparça oluyordu. Boğazım düğümleniyordu, söyleyeceğim hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi hissediyordum. Ki öyleydi de.
Bacaklarını kendine doğru çekmiş, sırtını da duvara vermiş, yerde öylece oturuyordu. Üşütecekti. Üstümde ona verebileceğim başka hiçbir kıyafetim yoktu. Siyah kazağım ve içindeki tişörtümle, ben de soğuktan titreyen bir vaziyetteydim.

"Bir gelişme var mı?" tam cevap vereceğim sırada beni durdurdu, "Tabii ki yok."
"İyi olacağını biliyorsun."
"Hayır, bilmiyorum. Bunu kimse bilemez."
"Ben biliyorum."
"Saçmalamayı kes, Calum. Her şey berbat giderken bunun olmasına zaten şaşırmadım."
"Saçmalayan kişi sensin. Hiçbir şeyin berbat gittiği yoktu, bu duruma berbat denirse denir. Yaşadığın her şey bunun yanında hiçbir şey kalır, acını saklamaktan vazgeç artık." dedim pes edercesine bir ses tonu ile. "Acı çektiğini biliyorum."
Dudaklarını büzdü, dudakları yavaşça titredi. Burnu ve yanakları kıpkırmızıydı. Üşüyordu, bir yandan da ağlamamak için kendini zorluyordu. "Şunu yapmayı keser misin?" dedim baş parmağımla dudağını büzmesine engel olarak. Yavaşça yanağını okşadım.
Benim bunu yapmamla birlikte kendine daha fazla engel olamadan ağlamaya başladı. Gözyaşları... Tanrım, sanki yıllardır orada gömülü duruyor da biri sonunda gömülü oldukları yerden çıkmalarına izin vermiş gibi, delicesine dökülüyordu.
Başını göğsüme gömdü. "Ölmez değil mi?"
"Tanrım, hayır." dedim ve saçlarını okşadım. Kısacık saçlarını...
"Onu çok seviyorum, Calum." sağ elini tuttum, "Ona bir şey olmayacak." dedim kararlıca. Tanrı, bu kadar güçlü bir bağı koparmazdı değil mi? Tanrım, ben de bilmiyordum.
"Her şey iyi olacak, güzelim. Her şey..." dedim saçlarını okşamaya devam ederken. Kar neredeyse durmak üzereydi ama dışarıda görünürdeki her şey beyaz bir örtü ile kaplanmış gibiydi.
"İçeri geçip haber bekleyelim mi, ne dersin?" Benden ayrıldı, gözlerini elinin tersi ile sildi. Kafasını olumlu anlamda salladı.

8 saat sonra
Saat sabah 5'ti. Gözüme uyku girmemişti. Koltuk tepesinde, omzumda uyuklayan Devi ve karşı koltukta Ashton ve Natalie vardı. Michael ve Luke bugün geleceklerdi.
Grupça hiçbir zaman takılmamıştık, yani Devi ile yalnızca ben yakındım ama çocuklar da ben Devi'yi ne kadar önemsiyorsam onu o kadar önemsiyorlardı. Çünkü beni olumlu yönde etkilediğini biliyorlardı. 3 ay evvelki hadiseden evvel, şu evinin önünde olan, neredeyse her gün sohbet eder, bir araya gelirdik. Evde olmasa okulda, okulda olmasa başka bir yerde. Çocuklara da birçok kez olmasa da birkaç kez yardımı dokundu, özellikle Ash'in annesi 1 yıl önce kansere yakalandığında, onu motive etme amaçlı sürekli çabalardı. Ash o süreci onun sayesinde atlatmadı belki ama o olmasaydı bu kadar kolay atlatamazdı. Devi, başına kötü olaylar  gelmesi gereken son kişiydi.
O çok iyi kalpliydi, bunu eminim ki herkes anlayabilirdi.
Daha yeni tanıştığı insanlara, örneğin ben, bile en içten haliyle yaklaşırdı.

"Sen." kafamı gelen sese doğru, yukarı kaldırdım. Bay Kruger'ın doktoru olduğunu düşündüğüm adam beni işaret ediyordu.
"Evet?" diye yanıtladım onu. "Herkesi uyandır, Bay Kruger'ın durumu stabil. Şu an gayet iyi. Gelip görebilirler."
Ne kadar heyecanlandığımı bir ben, bir de Tanrı biliyordu.
"Teşekkürler, doktor. Teşekkür ederim." dedim. Devi'nin alnını uyandırmak amaçlı öptüm. "Devi."
Gözlerini ovaladı. Gözlerini aralayınca panikle bana döndü. "Ne oldu? Bir şey oldu değil mi?" diye olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. "Hayır anneni uyandırmalısın, baban iyiymiş. Görebilirmişsiniz." dedim gülümseyerek.
Gözlerine hayat gelmiş gibiydi, gözleri ışıldadı ve canlılığını geri kazandı.
Annesini uyandırdı, birbirlerine sarıldılar. Tanrım, şükürler olsun diye düşündüm. Anneme şu an durumun iyi olduğunu anlattığım uzun bir mesaj yazdım.

Ashton'ın omzunda uyuyan Natalie gözlerini duyduğu seslere karşın araladı. Birkaç kez kırpıştırdı.
Devi olanları ona anlatırken, birkaç defa sarıldılar. Ashton da keza uyanıp, aynı şekilde Devi'ye sarılarak duruma ne kadar sevindiğini söyledi. Ben ise öylece oturmuş, Devi'nin mutluluğunu seyrediyordum.

linger ➳cthHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin