Sahte Prenses

63 9 6
                                    

Emin olmamakla beraber yukarıdaki dizi The Joseon Shooter galiba.


Doğu muhafız birliğinden ricamla saray ahır bölgesinde Ri Ni ve beni gören herkesi başka bölgeye transfer ettim. Baş Danışman yapacağım şeyi fark edince ilk onları sorgulayacaktı. Kaba resmim çizilirse şıp diye anlardı. Zevce Min'i yolda görünce durdum ve başımı eğdim. Nereye gidiyordu ki bu kadın? Benim köşkümün sol tarafında hiçbir kraliyet üyesi konağı yada önemli bir yer yoktu. Onu takip etmeye karar verdim. Şansıma oldukça dalgın ve endişeli duruyordu. Tenha bir yerde durdu. Ben de ağaçların arkasına saklandım. Orada bir doktorla görüştüğünü gördüm. Ama konuşmalarını duyamadım. Yalnız doktoru iyice inceleyip zihnime kazıdım. Ne olur ne olmaz. Köşküme geri döndüğümde Ri Ni'yi beni bekler şekilde buldum.

"Nasıl gitti? Kimse görmedi değil mi?"

"Onunla konuşup dediklerinizi harfiyen söyledim. O da bana küçük hanım yarın akşam sorunsuz bir şekilde saraya girebileceğimden emin olsun dedi. Sanırım sizin mevkinizi anladı."

"İmkanı yok, hayal gücü o kadar geniş değil. Bakanın kızı falan olduğumu düşünmüştür. Başka bir şey?"

"Bir de o deponun tenha olması gerektiğini söyledi. Prensesim bugün sadece şansımız iyi gitti. Ama yarın bunu yapabilmeniz... Mümkün mü?"

"Batı birliğine gidiyoruz."

"Prenses hazretleri orası en dikkat çekeceğiniz yer."

"İnan bana Doğu grubunda daha dikkat çekerdim. Hadi."

Ya Eun'un babasının mevkisi düşürülerek Doğu birliğine geçtiğini öğrenince şaşırdım. Kızı için mi yapmıştı? Yeni komutanın daha yumuşak olmasını dileyerek içeri girdim.

"Prensesim? Hoş geldiniz. Sizi buraya ne getirdi?"

"Hoş gelmedim komutan. Hizmetçimden duyduklarım günümü kötü etti açıkçası."

"Ne duydunuz majeste?"

"Benim güzel atım Rüzgar sakatlanmış ve bende o pis yere asla ve kat a giremeyeceğim için hizmetçimi onun son günlerinde yanında olması için gönderdim. Dileğim onun güzel bir yerde, güzel bir şekilde ölmesiydi. Ama hizmetçim bana ne dedi biliyor musunuz? Onun pis ve iğrenç bir yerde öldüğünü! Bunu güzel atıma nasıl yapabilirsiniz? Siz sorumlu değil misiniz oradan?

"Affedin Prenses hazretleri. Gözlerinden kaçmış olmalı. Ben burada yeniyim böyle bir şey olduğunu bilmiyorum. Oraya bakan birime derhal gerekli uyarıyı vereceğim."

"Ne şansızsınız. Ne şansızım. Oradaki çoğu görevli Kralın yeni atını almak için gitti. Size bir önerim var. Dışarıdan hizmetçi bulabilirsiniz. Ama lütfen kendiniz seçin ben en iyilerini biliyorum ama eğer ben seçersem bir şey yaptığımı düşünecekler. Oysa ben sadece atımı düşünüyorum."

Yan kapıdan çok hafif bir gıcırtı geldi. Bizi dinliyorlardı. Güzel. Böyle ağıma gelin.

"Ah Prenses hazretleri öyle şey olur mu? Lütfen hizmetçileri siz seçin."

"O zaman şöyle yapalım. Ben sana en iyilerini getiririm, sende aralarından eleme yaparsın. Nasıl iyi mi?"

"Mükemmel. Yardımlarınız için teşekkür ederim prensesim."

"Öyleyse yakında geri döneceğim. İyi günler."

Dışarı çıktım. Dışarıda, ağacın arkasında bir grup muhafız konuşuyordu. İsmimi duyunca dikkatimi çekti, yanlarına yaklaştım. Kısa süre sonra onlara yeni komutan da katıldı.

"Prensesin Batı grubuna geldiğini ilk defa görüyorum valla. Zevce Min ile kavga etmişler diye duydum. Zevce Min onu fena cezalandırmış."

"Belli ki hak etmiş. Konuşmasını duydunuz mu? Nasıl da kibirli ama. Atıymış da, iyi ölüm istiyormuş da... Ölüm ölümdür be ha kirli yerde ha temiz! Ne kadar gıcık bir kız."

"Sussana be adam gıcık kız dediğin prenses!"

"Onun prensesliği batsın! Ben onu küçükken gururlu ve onurlu bir kız sanırdım. Ama yalakanın tekiymiş meğersem. İnsan ailesinin katiline yalakalık yapar mı?"

"Doğru dedin. Onun prensesliği sahte. Kralımız acıyıp yanına almış onda da bir havalar havalar..."

"Birde her fırsatta herkese zorluk çıkarması yok mu? Ona ünvanı neden geri verildi hiç anlamış değilim!"

"Ünvan dediğin basit bir kelime. Onun hizmetçiden farkı yok. Hatta daha düşük bir seviye."

Bu kadar sulu göz olmaktan nefret ediyordum. Bu kadar acınası halimden de. İnsanların ne dediğini umursamak istemesem de... Ailesinin katiline yalakalık yapan biri miydim gerçekten? Öyleydim ya, öyleydim. Ama yaşamak istemem neden ayıp karşılanıyordu? Neden hiç kimse küçük bir kızın yüreğini anlamıyordu? Bir erkek olsam veya bir hizmetçi olsam hiç sorun etmezlerdi... İşte dönemimizin en büyük sorunu da buydu. Derin bir nefes alarak gözyaşlarımı sildim.

"Prensesim siz... İyi misiniz?"

"İyiyim. Polenlerden oldu. Ri Ni seni yoracağım biraz üzgünüm ama tekrar Jung Ho'ya gitmen gerekiyor. Ona planımı anlat. Ne demek istediğimi anlayacaktır. Yarın ikindi vaktinde saraya girmesini sağlayacağım. Ama kimseye görünme ve çarşıya gidiyor gibi yap tamam mı?"

"Emin olun prensesim."

"Teşekkürler."

Yalnız kalınca denilenleri düşündüm. Beynim düşünme artık daha bağırıyor ama kalbim dinlemiyordu. Acaba babam yaptığım şeyden ötürü hala kızgın mıydı? Onu en son rüyamda görmüştüm ama o rüyamda tekrar ölmüştü. Bu beni o kadar üzmüştü ki bir daha asla rüya görmek istememiştim. O acı... O tekrar tekrar ve tekrar kaybetmenin hissi... Hiçbir şey yapamayacağını bilmenin çaresizliği... Geçmişi asla arkamda bırakamıyordum. Devamlı arkamdan koşuyordu. Nereye gitsem buluyordu. Geceleri ağlayarak uyanmaktan bıkmıştım. Usanmıştım. Sıkılmıştım. Yorulduğumu hissediyordum.

Sana yorulmayı da pes etmeyi de yasaklıyorum!

Keşke ağlamayı yasaklasaydınız babacım. Çünkü artık gözyaşlarım durmuyor.

"Majesteleri Kraliçe geldiler!"

"Kraliçem? Hoş geldiniz sizi bu saatte beklemiyordum."

"Ji Yoon sen her şey de benim yanımda olacağına emin misin?"

"Elbette hayatım üzerine yemin ederim ki eminim."

"Öyleyse hazırlan. Bir savaşa gireceğiz."

"Ne?"


Nasıldı? Oy ve yorumlarınızı bekliyorum:D Lütfen;') Kısa oldu kusura bakmayın

PRENSES ve MUHAFIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin