Dışarıya çıktığımızda bir eliyle belimden tutuyordu. Sadece yürüyorduk. Konuşmadan, birbirimize bakmadan. Sessizliği Semih bozdu. "Hâlâ kızgın mısın bana?" Dümdüz karşıya bakarak cevap verdim. "Evet." Olmayan keyfimi de kaçırmıştı. Kafamın yerinde olmamasından yararlanmaya mı çalışıyordu acaba. Ben kör kütük sarhoş da olsam, aklı başında da olsam kızgınım ona. Evet, hâlâ bir yerlerde seviyorum onu ama bu hemen affedeceğim anlamına gelmiyor.
Semih anahtarla kapıyı açtı ve içeriye girdik. Ben kapıyı yavaşça kapatmaya çalışırken "Evde uyanacak birisi yok." dedi. Bende normal kapattım kapıyı. O ilerliyor, bende peşinden gidiyordum.
Odası olduğunu düşündüğüm bir odaya geldik. Lacivert nevresimli bir yatağı, kapaklı, çok açık kahverengi gardrobu ve aynı renkte çalışma masası vardı. yatağının başında bir komidin vardı. Ama en çok dikkatimi çeken bir duvarın tamamen kitapla dolu olmasıydı. Ben kitaplara bakarken o dolabından kendi giysilerini çıkarttı ve bana da annesinin pijamalarından getirdi. "Sen giyin, istersen kapıyı kilitlersin, anahtar kapının arkasında." deyip çıktı.
Annesi bayağı zayıf herhalde çünkü pijamaları tam oldu üstüme. Boy aynasında kendime bakarken kapı çaldı. "Müsait misin Bade?" dedi. Ben de kapıyı açtım. Elinde iki tane kupa vardı. "Yine mi kahve?" dedim. Güldü. "Hayır, yeşilçay bu." dedi. Kapıyı tamamen açıp elimle içeri gel işareti yaptım.
Elindeki çayları komidinin üzerine bırakıp yatağın baş kısmına oturdu. Bende kupalardan birisini alıp karşısına oturdum. Kaşlarını çattı ve "Neden gözlerin bu kadar şiş?" dedi. "Bütün gün hiç uyumadan sürekli ağladığım içindir büyük ihtimalle." "Uykun varsa çıkabilirim." dedi.
Buna mı takıldın sen şimdi. Uykumun olmasına mı? "Hayır. O kahveden sonra uyku muyku kalmadı. Zaten normalde de iyi uyuyabilen bir insan değilim." "Neden? Yani neden iyi uyuyamıyorsun?" "Huzursuz bacak sendromundan. Rahat bırakmıyor beni." Şaşırdı sanki biraz. "O ne?" dedi. "Cidden, bilmiyor musun?" Kafasını 'hayır' anlamında salladı. "Bak şimdi, bacakların böyle sanki hiçbir yere sığmıyormuş gibi oluyor, sürekli rahatsız oluyorum. Hep hareket ettirmem gerekiyor sanki. Öyle değişik bir illet işte."
"Annenler nerede?" dedim, çayımın son yudumunu içerken. O da boş bardağını komidinin üzerine bıraktı. "İstanbul dışında onlar. Arada gidiyorlardı. Bu sefer de ben gönderdim." dedi "İyi de sen hastanedeydin. Kimse yok muydu yanında?" "Vardı. Zaten hastaneden çıkınca gönderdim onları. Kafa dinlemek istedim biraz."
"Ben balkona çıkıyorum. Gelecek misin?"dedi. Ayağa kalkıp masasının çekmecesinden sigara paketi çıkarttı. "Ne zamandır sigara içiyorsun sen?" dedim. Peşinden balkona çıktım. "Bir senedir falan." Sigarasını ağzına götürüp yaktı. Bir süre balkon demirlerine yaslanıp dışarıyı izledik.
Normalde kokusundan rahatsız olduğum o duman, çok güzel geldi bir an. Elinde tuttuğu sigarayı alıp, kendim bir kere içtim. Boğazım yanmıştı ama hiç öksürmedim. Sanki hep içiyormuş gibiydim. "Sen ne zamandır içiyorsun?" dedi, gülerek. "İlk defa. Normalde kokusu bile midemi bulandırır. Zaten bir daha da içeceğimi zannetmiyorum. İğrenç bir şey."
Soğuk hava iyice uykumu kaçırmıştı. İçeriye girip yatağın başına oturdum. Semih'de gelip yanıma oturdu. Hiç beklemediğim bir şey yapıp, bana sarıldı. Bense olduğum gibi duruyordum. Geri çekilip gözlerimin içine baktı. Yeşil gözleri o kadar canlı görünmüyordu artık. "Yanımdayken bile özlüyorum seni Bade. Ben... Dayanamıyorum, seni böyle bana uzak görmeye gerçekten dayanamıyorum. Yapamıyorum." Gözlerinin dolması bana bile hüzün vermişti. Diyecek bir şey bulamıyorum. Sanki zihnimdeki bütün kelimeleri silmişler gibiydi.
"Semih..." dememe kalmadan sustum. Çünkü Semih'in dudakları benim dudaklarımı bulmuştu. Karşı koymadım. Onun yumuşak dudaklarını hissederken 'neden sevdiğim biriyle ayrı kalayım ki' diye düşündüm. İkimizde aslında birbirimizi seviyorken neden ayrılalım ki.
Geri çekildiğinde aramızda yalnızca santimler vardı. "Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyorum." dedi. "Bunu bir daha sakın yapma." dedim. Dedim, çünkü düşüncelerimden korktum. Bana yapılanlar karşısında sakin kalabilirdim ama bu düşüncelerimin değiştiği anlamına gelmiyor.
"Neden ya, neden? Tamam şerefsizlik ettim, ama seviyorum seni Bade. Neden beni anlamak istemiyorsun? Neden bana güvenmiyorsun?" Onunla aynı anda bende bağırmaya başlamıştım. "Sevsende sevmesende bir kızla kendi menfaatlerin için oynayamazsın. Kendime yapılanı nasıl bu kadar çabuk unutmamı bekleyebilirsin."
Hararetle ikimizde ayağa kalkmıştık. Semih beni duvarla arasına almıştı. "Açık konuş." dedi. "Eğer beni gerçekten sevmiyorsan, rahat bırakacağım seni. Ama yalvarırım söyle ne hissettiğini." Gel de şimdi 'seni sevmiyorum' de. Beni sürekli ikilemde bırakıyor. "Seviyorum, ama korkuyorum." Gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Peki, seni korkutan ne?" dedi, fısıltıyla. "Düşüncelerimden korkuyorum. Sana her baktığımda gözümün önüne bunların gelmesini istemiyorum. Unutmak istiyorum ama Allah kahretsin olmuyor işte. Sürekli aklımdasın. Düşündükçe daha çok aşık oluyorum, daha çok nefret etmeye başlıyorum. Sürekli iki seçenek var ve ben ikisini de işaretledikçe bu ikilemden çıkamıyorum."
Beni serbest bıraktı. "Bade, ben kendi seçeneğimi işaretledim. Ama senin ikimiz için de artık bir seçeneği işaretlemen lazım." "Söylemesi kolay. Sen hiç birini affetmekten korktun mu?" "Bak, nankörlük etmek istemiyorum ama daha fazla büyütmesek. Herşeyi siktir edip sadece birbirimizi sevsek olmuyor mu? Arada illa bir engel olmak zorunda mı. Söyle, seni sevdiğimi sana nasıl hissettirebilirim. Söyle, hemen yapacağım. Yeter ki unutalım artık şu konuyu."
Nasıl bu kadar çabuk unutabilirim ki. Ya da siktir et. Dayanamıyorum artık bu hallerine. O hâlâ birşeyler diyordu ama ben şimdi yapacağım şeyi düşündüğüm için ona odaklanamıyordum.
Ona doğru birkaç büyük adım atıp, boynundan onu kendime çektim. Bu ilkine göre daha sertti. Birbirimizi susturmak içindi. Benim elim saçlarında gezinirken, o bir eliyle belimden beni kendine çekiyor, bir eliyle de saçlarımla oynuyordu.
Kendimi geri çektiğimde bana şaşkın bir bakış attı. 'Neden?' diyordu gözleriyle. "Çok konuştun. Benim kafam yerinde değil unuttun mu? Bu kadar bağırırsan hiçbir şey anlayamam." dedim fısıltıyla. Ellerim boynundaydı. Saçlarının arkasıyla oynuyordum. Oysa iki eliyle belimden tutuyordu. Sanki kaçacakmışım gibi kendine çekiyordu beni.
"Peki, anlamanın bir yolu var mı?" dedi. Sesi fısıltıyla çıkıyordu. "Gözlerinle anlat. Ben anlarım." Dediğimi yapıyordu. Gözleriyle konuştu bana. Güldüm. "Bende seni seviyorum." dedim. Eğilip bir kez daha öptü beni. Unuttum işte herşeyi. Ve kendimi bu kadar çabuk affettiğim için kötü hissetmiyordum. Sadece seviyordum. Ve sevildiğimi hissediyordum. Artık gerisi benim için önemli değil.
Semih'in kalp atışlarını dinlerken bir yandan da ona sarılıyordum. O saçlarımla oynarken sessizce yatıyorduk. Bir an doğruldum. "Şimdi söz ver, başka sır yok. Tamam mı? Varsa da şuan söyle." dedim. O da benim gibi doğruldu. Kafasını 'hayır' anlamında salladı. "Hayır başka sır yok ve olmayacak. Söz veriyorum." dedi "Ve şu sigara olayını da bırak." "Tamam." dedi hemen. "Sen istedikten sonra, her şeyi yaparım."
Yine aynı pozisyonda yattık. İçim o kadar huzur buluyor ki onun yanında. Sanki bir bulutun üstündeymişim gibi. Saçlarımla oynamaya devam ederken bir melodi mırıldanmaya başladı. Huzurlu bir ninni gibiydi. Daha önce hiç duymadığım bir ninni. Artık benim ninnim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLK GÖRÜŞTE AŞK MI? (TAMAMLANDI)
Chick-LitBirkaç saniyelik göz göze gelmeleriyle başlamıştı Bade ve Semih'in aşk hikayesi. Başlarda Semih'in fikri bambaşka olsa da, ilişkilerini bir şekilde yoluna koymayı başarabilecekler mi?