1.BÖLÜM - EFSANE

770 32 2
                                    

1330 /Mart-Bursa

Uzun boylu adam yattığı yerden doğruldu.. Uyuyakalmıştı.. Uzun süredir uyumuyordu.. Uyumasına izin verilmiyordu daha doğrusu.. İşler ve güçler peşini pek bırakmıyordu.

Tahta kapıya yöneldi ve tokmağı tutup kapıyı açtı. Karşısında kırmızı kaftanlı ağayı görünce şaşırdı. Çünkü yatsı yeni okunmuştu ve bu saatten sonra çok mühim bir şey olmadığı sürece rahatsız edilmezdi. Demek ki..

''Hayırdır Ağa, bu vakitte burada işin ne?'' Kırmızı kaftanlı ağa başını kaldırmadan konuştu.

''Devletlimiz seni yanlarına buyurdular, Yağız asker. ''

''Bu vakitte mi!?'' dedi Yağız. İsyandan çok şaşkınlık vardı sesinde.

''Onun hikmetinden sual olunmaz..'' dedi ağa ve beklemeden koridoru yürüdü. Etraf normalde aydınlık olurdu ama sarayın bu bölümünün yollarında daha az mum olmasını istemişti Yağız asker.

Uzunca bir yoldan geçtiler. Gece boyu bu yolda nöbet bekleyecek gençlerin yüzünden şimdiden yorgunluk akıyordu. Yağız asker, kardeşi gördüğü bu delikanlılara başını oynatarak belirli belirsiz bir selam verdi. Sonunda gelmişlerdi. Padişahın huzuruna çıkmadan önce onları büyük kemerli ve işlemeli bir kapı karşılıyordu. Yağız yutkundu. İsmi söylendikten ve destur alındıktan sonra içeriye adım attı.

Geniş duvarlar, loş ışığın etkisi altındaydı. Normalde gözlere bayram ettirecek güzellikteki oda, ışık yetersizliğinden dolayı tek bir renge bürünmüştü. Siyahi kızıl..

Yağız başını eğip selamını verdi. Kafasını kaldırdığında ise hünkarının yanında tanıdığı o kişiyi görünce şaşkınlığı bir kat daha arttı.

''Aleaddin Yükneki Bey. Siz.. burada..?'' Kahverengi fakat loş ışıkta siyah gibi görünen gözlerini şaşkınlıkla sarı saçlı ve mavi gözlü hükümdarına dikti. Hünkar düşünceliydi, tesbih çekiyordu.

''Gel, Yağız asker.. Bu vakitte görüşmemiz pek münasip değil fakat mevzu derin.'' dedi Hükümdar ağırbaşlılıkla. Sonra Aleaddin Bey'e döndü. ''Bana anlattıklarınızı ona da anlatın.'' dedi.

Aleaddin Bey Yağız'a doğru bir adım attı. Bunu istediği için mi yapmıştı yoksa başka kimse duymasın diye mi yaklaşmıştı bilinmezdi. Gizliliğe dikkat ederdi. Devletin önemli bilginlerinden birisiydi, sekiz dili ana dili gibi konuşurdu. Bu yüzden de uzun yıllar elçilik yapmış, yaptığı bu yolculuklarda da Yağız asker onu koruduğu için aralarında sağlam bir dostluk oluşmuştu. Kırk beş yaşlarındaydı ve güzel giyimler yerine gezgin gibi giyinmeyi yeğlerdi.

Hem Yağız'ın hem de hükümdarın rahatça duyabileceği bir yere geçti.

''Yağız asker, Sana bir hikaye anlatacağım. Beni can kulağınla dinle.'' Derin bir nefes aldı. Bu nefesle bile ne derin şeyler anlatacağı belli oluyordu.

''İki Hekimler' hikayesini bilir misin, Yağız asker?''

''Çok küçükken babam anlatmıştı bir kere, fakat.. '' Duraksadı. ''Tam olarak hatırlamıyorum.''

''Sen de üç, ben diyeyim beş vakit önce Peygamberimiz (s.a.v) 'ın şehri Mekke'den bir adam göçmüş Anadolu'ya. Derler ki; bu adam Allah'ın rüyada ona ulaşıp emir vermesiyle düşmüş yollara.. Hem bilgeymiş, hem dervişmiş, en önemlisi de hekimmiş Yağız asker.''

Yükneki Bey sesini bir ton yükseltti.

"Anadolu'da gezmiş, dolaşmış.. Hiç durmadan o kadar yeri dolaşmış. Gittiği şehirlerde, uğradığı köylerde hiç deva bulmamış hasta bırakmamış. Hatta nerdeyse Allah'ın, mucizelerini dünyaya onun ellerinden akıttığı söylenirmiş. Cüzzamlı, vebalı hastayı bile iyilieştirdiği varmış. Bu yüzden köylere ulaşmadan önce şanı ulaşırmış. Kutsal hekim derlermiş ona.''

ŞİFAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin