Pazartesi akşamıydı.
Genelde bugün tüm Alparslan Ailesi televizyon önünde toplanmış rastgele bir program seyrediyorlardı. Televizyonun karşısındaki koltukta ailenin üç üyesi de oturuyordu; İlker Bey, Şevval Hanım ve Neco. Şevval Hanım patlamış mısır yerken, Neco da cips tercih ederdi. Arada sırada telefonlarını kontrol eder sonra da yeniden tüm dikkatlerini ekrana kilitlemiş olurlardı. İlker Bey çoğu zaman sessiz kalırdı. Yok, o severdi televizyon izlemeyi ama sadece gözleriyle izlerdi; düşünceleri buradan çok daha uzakta olurdu.
Eskiden böyleydi.
Sonra bu aileye Fatoş geldi. Ailenin düzeni bozulmuş olsa da kimse itiraz etmiyordu. Yani Şevval Hanım dışında kimse. Fatoş istemezdi böyle olmasını. Tanımadığı bilmediği bir aileye yük olmak istemiyordu ve bu yüzden de ortalıklarda pek gözükmezdi.
Fatoş'un bu eve gelişinin ardından annesi Feride hastalanmıştı. Bu bir işaret miydi yoksa kaderin kurduğu yeni bir oyun mu, kimse bilmiyordu. Fatoş o gün bir kez daha anlamıştı hayatın acımasız olduğunu. En önemlisi de bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı idi. Haksız da değildi zaten.
Neco ile beraber Rusya'dan döndüklerinden bu yana iki ay geçmişti. Neco'nun o gün babasından hesap sormasının, yıllarca saklanan gerçeklerin gün yüzüne çıkmasının, annesiyle babasının kavga etmelerinin ve tüm bu karanlığın içinden doğan ufacık bir umutun ardından iki ay... Alparslan Ailesi'nde değişen çok şey oldu. Mesela İlker Bey evi terk etti, Şevval Hanım günlerce kendisine gelemedi. Onu ayakta ancak ailenin yakın arkadaşları ve birkaç ilaç tutuyordu. Neco'nun üzerine ağır yük düşmüştü; artık o annesine sahip çıkacak ve bu ailenin geleceğini düşünecekti. Babasının yerini tutması gerekirken Neco'nun kafası başka şeylerle doluydu.
Fatoş...
O gün odada onu öpmüştü. Hata mı etmişti yoksa doğru mu yapmıştı bilmiyordu ama kız o günden beri hiç konuşmadı. Daha doğrusu Neco ile konuşmuyordu. Neco çabalıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama yapamıyordu. Neden? Neden böyle olmuştu ki? Geceler zehir oldu genç çocuğa. Zaten hayatı darmadağındı, şimdi ise daha da parçalanmış gibiydi.
Sen ne sandın? Onun hemen gelip boynuna atlamasını mı? Hata yaptın Neco, büyük hata...
Bu düşüncelerle günlerini geçiriyordu. Kimse ile konuşmaz oldu, arkadaşlarını bile umursamamaya başladı. Onur kaç kere gelip konuşmaya çalışsa da başarısız oluyordu. Neco'nun herkese cevabı aynıydı; beni rahat bırakın, çıkın dışarı.
Fatoş'da ondan farklı değildi. Allah'ın her günü o anları tekrar ve tekrar yaşıyor gibiydi. Unutmaya çalışıyordu, hiçbir şey olmamış gibi davranmak istiyordu... Olmuyor, yapamıyordu. Böyle dağılmanın sebebini kendisi de bilmiyordu. En kötüsü de Neco'nun onu rahat bırakmamasıydı. İlk başta nereye gitse peşinden geliyordu, sonra durup onu bakışlarıyla takip etmeye başladı. Belli ki ondan bir cevap bekliyordu ama o cevabı önce Fatoş'un bulması gerekiyordu. Aynı evde yaşasalar da birbirlerine düşman gibiydiler. Lanet olsun... Bu ne zamana kadar böyle devam edecek?
Mutfağa gelip kendisine bir bardak vişne suyu dökmüştü. Buzdolabının kapısına yaslanıp düşünerek suyunu içerken, biliyordu Neco'nun da arkasından geldiğini. Bu sefer de haklı çıktı. Onun gelişinden hemen sonra mutfağa Neco girdi. Kısa bakışmanın ardından genç çocuk, üstteki çekmecelerden tabak çıkartıp masanın üzerindeki pizzadan iki dilim koydu kendisine. Sonrasında Fatoş yokmuş gibi buzdolabını açıp içki çıkarttı. Fatoş'un bu durum hoşuna gitmedi. Son iki günde kim bilir kaçıncı şişeydi bu. Neco ise ona bakmadan kalan ne gerekiyorsa hepsini tepsiye koyup, tam çıkacaktı ki Fatoş kolundan tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EMANET
Random"Neden bu eve geldin? Sebebini öğrenmek istiyorum." "Bende istiyorum ama maalesef yapamam. Yapamıyorum." "Bende yapamıyorum... Bende..."