yedinci bölüm

490 67 49
                                    

mavi ve kırmızı renkli kıyafetlerini üzerine geçirmiş iki gökyüzü vardı. altlarında kalmış kayalara kucak açan bu iki gökyüzü, renklerini birleştirerek iki kayanın arasında kalan yerde mor renkli bir gökyüzü var etmişlerdi. mor gökyüzünün altında olabildiğince uzun bir köprü vardı. melek ve şeytanlar bu köprüde pek yürümez, genellikle kanatlarını kullanırlardı ancak kimisi de yürümeyi seçerdi. iki kayanın arasındaki boşluk, uçurum gibi korkutucu bir görünümle kalmak yerine bir köprüyle doldurulmuştu.

o zamanlar, bu köprü henüz yıkılmamıştı çünkü melek ve şeytanlar görünürde bir barış içerisindeydiler.

lan wangji, abisi ve aynı zamanda meleklerin başı olan lan xichen'in emriyle bir takım hususlar için köprüyü geçip, kırmızı gökyüzüne sahip kara parçasına çıkmıştı. atmosferi tüyler ürperticiydi. sanki aç kurtlar sofrasındaydı, her an biri üzerine sıçrayacakmış gibi hissetmekten alıkoyamıyordu kendini. burada, rüzgar bile başka yöne esiyordu. siyah kiremitli üçgenvarimsi çatıya sahip uzun ve geniş binaya doğru adımlarken yerde aylak aylak yatan şeytana ilişti mavi irisleri.

dirseğini zemine dayandırmış, yan bir şekilde uzanmış, eli yanağında, diğer elindeki siyah şişeli içkiyiyse kafaya dikmekle epey bir meşgul görünen bu şeytanın; kırmızı tokayla tutturduğu siyah sırma saçları, gökyüzüyle aynı renk gözleri, esmer bir teni ve dudağının altında yer edinmiş minik bir beni vardı ancak bu ben yüzünü lekelemek yerine resmen o şeytanın yüzünde lan wangji'nin sadece dünyada gördüğü ve kokusuna bayıldığı çiçekleri açtırtıyordu.

yine de, bedene yaklaştıkça burnuna daha da nüfuz eden bu kokunun buraya ait olmadığının farkındaydı. kaşları istemsizce okunu atmak için gerilmiş bir yay gibi şekil aldı. burnunun üstündeki ince deri kırıştı ve ince dudaklarını araladı.

"dünyadan bir şey almanın yasak olduğu gibi, aldığını kullanmakta yasak."

yerde uzanmış şeytan şişeyi indirdi ve oturur pozisyona geçti. bu kayalıkta melek görmeyeli haftalar olmuştu. üstelik gelen kişinin bahsi çokça edilen lan wangji olduğunu anlaması pekte uzun sürmedi. sürekli yasaklardan bahseden ve bir melek olmasına rağmen çatık kaşlarıyla şeytanlardan daha korkunç olan bu beden kesinlikle lan wangji'ydi.

"bizim burada yasak değil bir kere!"

yalan söylüyordu ve yalan söylediğini karşısındakinin de bildiğinin farkındaydı. yine de kabullenmek ve elindeki içkiyi kaptırmak istemiyordu. tadı harikuladeydi ve bir sünger gibi tüm stresini emip, kısa süreliğine yok ediyordu.

"yalan söylüyorsun."

"ben bir şeytanım?"

lan wangji, yerde oturan bedenin kendisine kafa tutmasını ağzı açık seyrediyordu. yoksa namı meleklerin kayalığına kadar gelen, yakışıklı olmasına rağmen bir o kadar da dili uzun şeytan wei wuxian mıydı karşısındaki?

"seninle uğraşmayacağım."

adımlarını wuxian'ın kenarından geçebileceği yöne doğru çevirmişken, kaçmaya çalıştığı bedenin ayaklanmasıyla başı onun göğsüne çarptı.

wuxian baş parmağı ve geriye kalan parmaklarını wangji'nin iki yanağına da dokundurdu. ardından ince dudaklarına doğru ittirmesiyle mavi gözlünün ince görünümlü dudakları bir balon gibi şişererek adeta öpülesi bir görüntüyü ortaya çıkardı.

"yasaklar çiğnenmek içindir."

dudaklarının kenarlarını kıvırdı ve kendisinden gözle görülür bir şekilde on santim küçük olan wangji'nin yanaklarından çekti parmaklarını.

kanatlarından mahrum bırakılmış ‹yizhan›Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin