yirmi birinci bölüm

330 31 39
                                    

"alo?"

"hey, yu bin! ne yapıyorsun birader?"

"bir şey istiyorsun benden, öyle değil mi?"

"pekala, pekala. beni yakaladın."

"dökül bakayım."

"ı-ıhm.. annemin çay ve yemek takımlarını yanlışlıkla kırmış olabilirim."

"ov, ciddi olmadığını söyle?"

"son derece ciddiyim."

"nasıl sağsın peki şu anda?"

"annem henüz görmedi ve benim birine kaçmam gerekiyor."

"o biri sanırım ben oluyorum?"

"haahh şöyle, ağzımdan aldın yemin ederim. müsait mi evin, gelebilir miyim?"

"zhan veya xuan mıydı neydi ismi, onlara niye sormuyorsun?"

"SORMADIM MI SANIYORSUN?! bak zaten kızgınım onlara, ateşe kömür atma. xuan delisi sevgilisiyle koklaşıyor her zamanki gibi. zhan da biricik aşkı yibo evine gelecek diye genç kızlar gibi kendine giyecek pijama takımı seçiyormuş."

"ıyk, fazla romantik midem bulandı."

"ayneen öyle. peki, sen umarım müsaitsindir? NOLUR MÜSAİTİM DE öbür türlü bugün bu evden tabutum çıkacak benim."

"tamam tamam, annem ile babam teyzemlere gitmişti yeni. bende müzik dinliyordum."

"ders çalışıyorsun sanıyordum, yarın sınavlar başlıyor diye."

"cheng ile arkadaş olduğum için zeki olduğumu düşünüyorsan yanılıyorsun ben de tam umarım yarın cheng ile sıralarımız yan yana olur diye dua ediyordum."

"gerizekalı."

"sensin o. hem tabak kıracağına ders çalışsaydın ya sende."

"ha evet, tabak yerine kafa kemiklerimi kırayım. kesinlikle daha güzel. isteyerek mi kırdım sanıyorsun? hem ben günler öncesinden çalıştım az çok, son güne bırakmam bu işleri."

"tabii canım tabii."

"öff, uzatma da konum at bana özelden. geliyorum."

"tamam tamam."

*

rüzgar insanların arasından geçerken elim sende oynarcasına her bir bedenin sırtına dokunuyor, bu dokunuşun beraberinde iliklerine kadar üşüyen insanlar ise kabanlarına sarılıyordu. aslında hava ne yağışlıydı ne de fazla bulutlu. günlerdir havada asılı kalan güneş sadece bir günlüğüne mahsus bir kaç bulutun arkasına saklanınca, ani hava değişiminden ve güneş'in yokluğundan faydalanarak yaramaz bir çocuk gibi etrafta koşuşturan rüzgarın sebebiyle insanlar dengeyi sağlayamamış, evden çıkarken üzerlerine ne alacaklarını bile bilemez bir hal takınmışlardı. kaban yahut paltolarını giyinseler sıcak basıyor, hafif çıkarır gibi yaptıklarındaysa avını bekleyen avcı gibi saklanmış rüzgar ortaya peydah oluyordu.

yine de güneş arada dayanamıyor olmalıydı ki insanların bu haline, kolları görevindeki ışınlarını mavi renkli bir pamuk şekere benzer görünümdeki bulutların aralıklarından yeryüzüne indiriyor; nahifçe insanların yüzlerini, dükkan ve kafelerin camdan kapılarını ve evlerin pencerelerini okşayıp, penceresi açık dairelerinse tül perdelerinin arasından içeriye bir ajan misali sızıyordu.

kanatlarından mahrum bırakılmış ‹yizhan›Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin