alev topu, gökyüzünün ortasındaki yerini almış ancak ısısını paylaşabilmek namına yeryüzüne gönderememişti. ona engel olan düzinelerce bulut vardı ve bu bulutların hareketlenmesini sağlayan yaramaz bir de rüzgar. insanların arasından geçerken, elim sende oynar gibi soğuğunu onlara ulaştırıyor, insanların suçu güneş'e atmasına neden oluyordu. oysa güneş'in bir suçu yoktu, o da insanları ısıtabilmek isterdi bu aylarda.
dalgalar sahil kıyısına vuruyor, her vuruşunda kendiyle birlikte bir kum kütlesini de çekip götürüyordu. artık ayakkabılarının uçlarına kadar erişebilen dalga üzerine bir kaç adım geri çekilen hao xuan, sırtının boşluğa çarpmadığını farkedince içinin ürpermesine engel olamadı.
başını omzunun arkasına doğru hafifçe döndürdü ve ağaç kabuğu rengi gözlerine yıldızları hapsetmiş, sevdiği adamı görmesi üzerine dudaklarına bir tebessümü kondurdu.
"nihayet geldin!"
paltosunun cebindeki ellerini ani bir hareketle çıkardı ve kendisinden uzun boylu olan sevgilisinin; kendisi gibi bir palto giymesine rağmen hala daha incecik görünen beline sardı.
ji yang, xuan'ın üzerine yapışıp kalmış gibi hiç çıkarmadığı deri ceketini göremeyince şaşırmıştı, alaycı bir sırıtışla kendi beline dolanan kolları kavradı ve hafif diz kırarak, sevgilisi ile burun buruna geldi.
"şey, deri ceket giyinmediğin vakit sen.. epey bir şirinmişsin aslında."
xuan yanaklarının kızarmasına engel olamadı, gözlerini hızlıca kaçırdı ve sahilin arka kısmındaki asfalt yola dikti. o sırada ji yang, sevgilisinin soğuktan kızarmış ellerini avuçlarına arasına alıp; dudaklarına doğru götürdü ve akciğerlerinde depolanmış sıcak havayı üfleyerek, ince parmakları ısıttı.
"çok bekletmişim sanırım, özür dilerim."
ji yang'ın kendisi için endişelendiğinden morali bozulduğunu, büktüğü alt dudağından anlamıştı xuan. bir elini büyük ve de sıcacık avuçların arasından çıkarıp, sevgilisinin yanağına götürdü. baş parmağıyla daireler çizerek okşadı; bembeyaz, yumuşak tenini.
"sorun değil. geldin ya, şimdi sadece ikimiz varız ve gün boyu sadece ikimiz olacağız ya, gerisi hiç mühim değil."
yanağındaki ele uzattı parmaklarını ve esmer parmakların arasındaki boşluklara kendi açık renkli parmaklarını iliştirdi ji yang. birbirine kenetlenen ellerini aşağıya indirdi ardından ve siyah paltosunun geniş cebine daldırırken; sevgilisinin yanağına uzandı dudakları. bir öpücüğü armağan etti.
hafta sonuydu bugün, okul yoktu ve bu sebeple xuan; ji yang ile buluşmak istemişti. bir süredir görüşemiyorlardı, işi sebebiyle biraz yoğundu ji yang. xuan'ın gönlünü almak maksatlı bugünlüğe mahsus barı kapamaya karar vermişti. bu her gün aksatmadan çalışan çalışanları içinde oldukça iyi bir haberdi.
sanki birbirini çok seven iki sevgiliyi kıskanmış gibi köpüren dalgalar, neredeyse ayak bileklerine kadar varmıştı ikilinin. ancak buna rağmen geri çekilmiyor, birbirine kenetli parmaklarını ayırmıyor, kapadıkları gözlerini geri açmıyorlardı.
"seni seviyorum, biliyorsun değil mi?"
ji yang'ın fısıldayışı üzerine neredeyse tüm dişlerini göstererek gülümseyen xuan, göz kapaklarını araladı ve sevgilisinin omzuna omzunu, parmak uçlarında yükselerek vurdu.
"başından beri seni sevenin ve hala daha sevmeye devam edenin ben olduğumu biliyorsun, öyle değil mi?"
ji yang'da gözlerini araladı ve omuzlarını silkip bir kıkırtı beyan etti sadece dalga seslerinin ve martıların kanat çırpış seslerinin hüküm sürdüğü ortama.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kanatlarından mahrum bırakılmış ‹yizhan›
Fanficlan wangji ile wei wuxian'ın tek suçu birbirlerine aşık olmaktı. ve bir melekle şeytanın birbirine aşık olmasıysa en büyük suçtu. [modc isimli bir çin dizisinden benzerlikler içermekte ilk bir kaç bölümü. onun dışında kalan bölümler ve olay örgüsü t...