beyaz, hava olaylarının kurbanı olarak hırpalanmış ve rengi solmuş her duvarın üzerinde konumlu dikdörtgen biçimli paslanmış, kolundan kavrayıpta kapayıp açtığınız her vakit gıcırdayan pencerelerin içerisine ışık hüzmelerinden göndermişti sarı renkli sıcak yıldız.
hafif rüzgarında dışarıda dolaşıp eğlenmeyi sevdiği şu yolların bol yapraklı olduğu aylarda, üzerinde üniformaları olan öğrenciler kulaklarının üzerine taktıkları yedek kalemleri ve tonlarca test kitaplarıyla sınavlara hazırlanmaya koyulurdu. büyük bir savaş öncesi yapılan hazırlığın bu dünyadaki karşılığıydı bu tanım.
tabii bu büyük savaşı umursamayan bir kesimde olurdu; o kesimin parmakları kalem yerine sigara tutardı, dersten kaçar ve çocukluğunu sanki hiç yaşamamışçasına yaşına başına bakıp utanmayarak kendilerine söylenen sözleri kulak ardı ederlerdi.
söz konusu olan bu gençlerden biriyse, bu okulun en çok ağızlarda dolanan ismiydi; xiao zhan.
beyaz gömleğinin düğmelerini iliklemek yerine salık bırakmış, içerisinden giydiği siyah bluzunun göğüs kısmına da gevşek kravatını bırakmıştı. kumaş pantolonunun geniş ceplerine soktuğu ellerinden biri aynı zamanda telefonunu tutuyordu ki, cebinden kulaklarına uzanan siyah kulaklığı beynine şarkı notalarını gönderiyor ve büzdüğü dudaklarıyla sadece kendisinin duymakta olduğu müziğe ıslık çalarak eşlik ediyordu.
adımları adeta birbirini kovalıyor, arada bir kendi çevresinde dönerek ince dudaklarını aralayıp, kahkahasını koridora bırakıyordu. koridorda dikilmiş kendi aralarında fısıldaşan kızların çoğunun elleri yüreklerinde, gözleri kalp fışkırırcasına bu oğlanı, xiao zhan'ı, seyrediyordu.
kızlardan birinin kafası göğsüne çarptığında yumduğu badem gözleri aralandı ve aşağıya inen bir yol izledi. esmer kız, küt kesimli saçlarının uçlarıyla oynamaya başladı heyecandan ve başını eğip selam verdikten sonra kaçarcasına topukladı. kızın heyecanın esiri hareketleri sonucu sadece omuzlarını silken xiao zhan, koridorun devamını tıkayan kalabalığı farkedince duraksadı ve kalabalığın aslını merak edercesine, pencerelerin birine sırtını dayamış arkadaşının yanına adımladı.
maket bıçağıyla elindeki tahtayı, yakaladığı insanların etlerini acımasızca kesen bir katil(?) edasıyla, oyan arkadaşının omzuna uzattı esmer parmaklarını ve dürttü onu.
"hey, hao xuan."
hao xuan ellerini kucağına doğru indirdi ve kısık gözlerini xiao zhan'a yöneltti. xuan'ın dikkatini çektiğini farkedince baş parmağıyla gerisini yani kalabalığı işaret ederek sordu,
"burada ne oluyor?"
xuan omuzlarını silkti umursamaz bir tavır takınarak.
"hiçbir fikrim yok ama sevgilinin ismini duydum bir kaç kişiden."
kaşları havalanan zhan, duyduklarının doğruluğunu teyit etmek istercesine xuan'ın dediğini tekrarladı.
"sevgilimin ismini mi duydun? meng ziyi'nin? emin misin?"
bir dediğini tekrar etmek istemezcesine gözlerini devirdi xuan ve kucağındaki ellerini görüş açısına alarak tahtayı oyma işini devam ettirdi.
"eminim zhan. neden sana yalan söyleyeyim?"
baş ve işaret parmağını çenesinde konumlandırarak başını aşağı ve yukarı doğru salladı. "haklısın.." duraksadı ve bir süre tahtayı oyan xuan'ı izledikten sonra bıkmış bir ses tonuyla devam etti.
"sende şu oyma işini git başka bir yerde yap ya da şu yüzünün halini bir değiştir. korkunç görünüyorsun."
zhan'ın dediklerine kulak asmayarak, maket bıçağını ileri-geri doğrultusunda ilerletmeyi sürdürdü xuan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kanatlarından mahrum bırakılmış ‹yizhan›
Fiksi Penggemarlan wangji ile wei wuxian'ın tek suçu birbirlerine aşık olmaktı. ve bir melekle şeytanın birbirine aşık olmasıysa en büyük suçtu. [modc isimli bir çin dizisinden benzerlikler içermekte ilk bir kaç bölümü. onun dışında kalan bölümler ve olay örgüsü t...