on ikinci bölüm

506 51 37
                                    

dört duvarın içerisine hapsolmuş kare alan, beyaz renklerin hakimiyeti altına girmişti adeta. pencereler mavi gökyüzünü, sarıya bulanmış güneşin ışıklarını, yağmurdan sonraki gökkuşağının görüntüsünü ve ilkbaharda açan çiçeklerin sonbaharda nasıl da solduğunu göstermek istercesine orada bekliyordu ancak odanın içerisindeki hemen hemen her şey gibi, bembeyaz tüller sebebiyle bu isteğini gerçekleştiremiyordu. tüllerin eteklerinin bir karış altında yine beyaz nevresimlere bulanmış ranzalar yer alıyordu, başlıkları gri rengindeydi fakat. odada beyaz dışı tek renk sadece gri desek abartı kaçmazdı. vitrinlerin içerisinde çeşitli sargı bezleri, ilaçlar ve makaslar yer alıyordu. tahmin edilesidir ki vitrinlerde beyaz renkteki bir ahşaptan yapılmaydı. bezden kısmı gri olan tekerlekli sandalyenin bitişiğindeki masa bile kar beyazıydı.

bu kadar beyaz rengin arasında xiao zhan ve wang yibo; kışın buzlanmış yolun hemen yanında, pes etmeyerek, binbir uğraşla, kar yığınının altından çıkmayı başarıpta; olmayan güneşin yüzünü görmek isteyen nadir çiçekleri andırıyorlardı adeta.

bu revir odası son bir haftadır en çok birlikte vakit geçirdikleri yerdi ikilinin. hem zhan ince dudaklarını ilk kez burada yibo'nun yanaklarına bastırabilmişti. kazaraydı ve o an için katlanılamaz bir olaydı. ancak şimdi işler tepetaklak bir hale gelmişti. zhan o öpücüğün ardını getirmek istiyordu. ilk olan öpücüğün, son olmasını hiç istemiyordu.

ranzalardan birine oturmuş zhan, ellerini birbirine yakınlaştırmış ancak dizlerinin ötesinde tutarak; ileriye doğru uzatmıştı. daha fazla beyaz gömleğinin üzerine kan damlalarından oluşma desenler çizilmesin diye yibo'nun bir önerisiydi ve zhan kulağına küpe edip, direkt uygulamıştı.

yibo masanın ve vitrinin arasındaki mesafede git-geller yaşıyorken en sonunda bir ıslak bezle zhan'ın yanına uğramıştı. badem gözleri, fıldır fıldır ilerisinde adımlayan yibo'yu izlemekten bitkin düşmüştü bu yüzden rahat bir nefes aldı ve bu nefesin ardını, bezin temas etmesiyle yanan canı yüzünden acı dolu inlemesi izledi.

"hey, sadece kanını temizliyorum. o kadar acıyor olamaz?"

zhan, yibo'nun kendisine çevrilen bir çift gözüne kesinlikle kendi gözlerine yüklediği 'cidden mi?' sorusuyla karşılık verdi. bu biraz ukala tavrı yibo'nun ıslak bezi parmaklarına daha sert bir şekilde bastırmasına sebep olunca hemen dudaklarının kenarlarını kaldırdı ve yapay bir gülümseyişle durumu toparlamaya çalıştı. yibo ise zhan'ın bu haline bıyık altından gülmeden edemiyordu. şuanda kendisinden uzun ve daha heybetli, güçlü duran bedenin; minik çocuklar gibi olduğu yerde, sırf parmakları çizilmiş diye ağlayıp zırlaması ve kendisine muhtaç olması epeyce bir hoşuna gitmişti.  fakat daha fazla onunla uğraşmak istemedi ve teker teker pembe çiçek desenli yara bantlarını zhan'ın ince ve uzun parmaklarına yapıştırmaya başladı.

"hemşire yine sigara molasına çıktığından ve çok abartılacak bir şey olmadığından ben yapıyorum, sonradan bana laf atma olur mu? sonuçta pek bir bilgim yok, sadece parmaklarım kesildiğinde kendi elime uyguladıklarımı sana da bir bir uyguluyorum."

son kesiği de yarabandıyla görünmez etmişken yan yana sıraladığı cümlelerini, çömeldiği yerden kalkıpta zhan'a gözlerini dikince sonlandırdı.

zhan derince yutkundu. eğer her bir yarasında yibo yanında olacaksa, sürekli kendine zarar bile verebilirdi o.

"parmaklarımı öpsen de yibo, geçerdi ki. iyileşirdi yaralarım, geriye hiçbir şey kalmazdı."

fısıltı gibi çıkmıştı dudağından sözcükler ve bu yüzden yibo'nun işitmesi pek olası değildi.

"ne dedin?" diye sordu. bir kaşını kaldırmış, gözlerini hafiften kısmıştı. bu görüntüsü sanki hiç duymadığı cümleleri azcık daha beynini zorlasa duyacakmış gibi hissettiriyordu.

kanatlarından mahrum bırakılmış ‹yizhan›Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin