12 • bazı hikayeler bu kadardır

549 64 19
                                    

Her şey çok güzel başlamıştı. Eminim ki, Jimin ile her bireyin hayalindeki hayatı yaşıyorduk. O benim dünyamı aydınlatan güneşim, ben onun gecesine ışık saçan ay olmuştum.

Hayatımdaki yerini tarif etmek istiyorum, sevgime denk düşen bir benzetme bulamıyorum. Doğduğum ilk anda gözlerimi açar açmaz gördüğüm, kokusunu aldığım, elini ilk tuttuğum, bana yürümeyi öğreten, ilk oyuncağım, en sevdiğim renk, uğurlu sayım, ilk aşkım, tek arkadaşım, yaşama hevesim, yazdığım şarkılarım, ruhuma işleyen notalarım, okuduğum kitaplarım... Bunların hepsi Jimin'di. Jimin benim her şeyimdi.

Jimin'den önce ve Jimin'den sonra diye bir hayatım yoktu. Ondan önce nasıl yaşadığımı hatırlamıyordum bile, bana her şeyi unutturmuştu.

Sonumuz böyle bitmeseydi keşke.

Evimizdeydim, oturma odamızdaki koltuğumuzda oturuyordum ama o yoktu. Ne tatlı sesi, ne sıcak nefesi, ne de bedeni burada değildi. Saatler geçmişti, saatlerce beklemiştim ama Jimin gelmemişti eve. O gelmemişti fakat telefonuma gelen bir mesaj beni oturduğum koltuğa çivilemişti.

"Jimin ait olduğu yerde, evinde."

Kazadan sonra onu bir an bile yalnız bırakmadığım için henüz telefon almamıştık, telefonu yoktu, arayamıyordum. Mesajı yollayan numara tarafından engellendiğim için eşime hiçbir şekilde ulaşamıyordum. Neden gelmediğini soramıyordum.

Üzerimdeki iki çift gözden rahatsız oluyordum. Hoseok ve Jungkook tek kelime etmeden dikkatlice izliyorlardı beni. Bakmıyordum yüzlerine, bakarsam konuşacaklardı fakat ben şu an ne tek kelime edecek halde, ne de onların beni avutmalarını dinleyecek halde değildim.

Yaşarken ölmenin ne demek olduğunu asıl şimdi beni gerisinde bıraktığında, beni terk ettiğinde öğrenmiştim. İçim dışıma çıkana kadar ağlamak istiyordum ama gözlerimden tek damla yaş dökülmüyordu, istemeyerek gitse ağlardım ama kendi isteğiyle giden bir adamın arkasından neden gittin diye ağlayamıyordum.

"Yoongi hyung." Karşımda küçücük kalmıştı Jungkook. Konuşurken elleri kenetli, ses tonu kısık, başı yere eğikti.

Hırçın değildim ben, hiçbir zaman hırçın bir insan olamadım. Hep sessiz sakin ve ağır başlıydım ama şimdi hırçınlaşıyordum. Onu daha şimdiden özlediğim için hırçınlaşıyordum. Ondan ve hayatımda geriye kalan bu iki insandan çıkaramadığım hırsımı kendimden çıkarmak istiyordum.

"Yemin ederim eve geleceğini söyledi bana. Beklemesini, birlikte dönmemiz gerektiğini söyledim ama o beni dinlemedi ve hemen çıktı klinikten. Peşinden çıktım hemen ama onu bulamadım, kaybettim. Hyung ben senin bana olan güvenini sarsacak birisi değilim, lütfen inan bana."

Benim gözümden tek damla yaş akmazken, Jungkook suçluluk hissiyle ağlamaya başlamıştı. Korkuyordu, onu suçlamamdan korkuyordu, içten içe kendisine kızıyordu ama suçsuz olduğunun farkındaydık ikimiz de. Kızamıyordum Jungkook'a, suçu üzerine yıkamıyordum. Sen kaybettin onu, senin yüzünden gitti benden diyemiyordum, çünkü biliyordum ben de, biliyordum bir hatası olmadığını, masum olduğunu.

"Jungkook" dedim. "Jimin evimizin yolunu bilmiyor ki. Onun, yolunu tek hatırladığı evi ailesinin evi."

Sesimi kendim bile zor duymuştum. Bir gram öfke bile yoktu içimde, sadece tükenmiştim.

Daha sabah üzerine giyinmesi için Jimin'e verdiğim tişörtü elimdeydi. Sıcaklığını saatler önce kaybetmişti ama teninin kokusu sinmişti elimde ondan geriye tek avuntu olarak kalan bu tişörte.

Son kez bakmıştım yüzüne, evden çıkmadan önce son kez bakmıştım o güzel gözlerine ve onu son kez öpmüştüm. Bunun bilincinde olmak kalbimi eziyordu. Bu defa kendimi her şeyin geçeceği yalanına inandıramıyordum ve ne yazık ki kalbimi de bu duruma alışmasına ikna edemiyordum.

Collision •• yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin