İlaç kokusu, temizlik maddesi kokusu, yorgunluk, hastalık, kan ve hatta ölüm kokar hastaneler.
Hiç sevemedim hastaneleri, bekleme odaları da dahil. Hiç, hastane güzel yer, hastane huzur veriyor gibi cümleler duydunuz mu? İmkansız. İnsanları iyileştirmeye çalışan bir hasta evidir ama nedense insanlar her gittiklerinde daha da çok hasta olup dönerler. Hasta olmayanı da hasta hissettirir. Hastanenin dayanılmaz havasından, insan kendisini daha da kötü hisseder. Hastaların her attıkları adımda ölüme yürüyorlarmış hissiyatı uyandırmıştır bende her zaman. Büyük, beyaz bir mezarlık gibi adeta, her tarafı ruh emicilerin işgali altında sanki. Herkes mutsuz, herkes somurtkan, herkes sessiz. İnsanın, içindeki iki gramlık yaşama sevinci bile hastanede yok olabiliyor.
"Kalk artık, kalk neden bu kadar güçsüzleştin sen?" diye bağırdım ona.
Çaresizliği bu kadar net hissettiğim anlar azdı ama bu defa öyle bir hissetmiştim ki, keşke hiç bilmeseydim, hissetmeseydim.
Başlangıç noktasını kaybettiğim bir çemberin içinde dönüp duruyordum, başı sonu olmayan. Hastane bana labirent olmuştu ve sanki nereye gidersem gideyim, her yer aynıydı. Saatler durmuş ilerlemiyor, her gün birbirinin kopyası, içim içime sığmıyor, kendi içimden çıkamıyordum. Jimin uyanmadıkça, o hastane bana zindan oluyordu. Yanına gidip vücudunu saran tüm kabloları bir bir koparıp fırlatmak istiyordum.
"Sen beni duyuyor musun? Duyuyorsan eğer gözlerini aç." dedim. Göz kapağındaki en ufak kıpırtıdan umutlanacak hale gelmiştim.
Jimin böyle değildi, o benim kokumdan bile tanırdı, bana sarılmadan uyuyamazdı. Şimdi on beş gündür bensiz mışıl mışıl uyuyordu. On beş gün olmuştu ve ben artık karıştırıyordum hangimizin ölümden döndüğünü. Önce onun döndüğünü sandım, biraz zaman geçince fark ettim ki, dönen benmişim ama farkında değilmişim. On beş gündür ona yetişmeye çalışırken kaç kere öldüğümü, ölümlerden döndüğümü sayamadım.
"Sabah uyanmıştın, ben camın arkasındaydım, gördüm. Sen bana bakmadın ama ben gördüm. Sonra doktorlar seni tekrar uyuttu. Madem uyanmanı bekliyoruz, neden tekrar uyuttular öyleyse? Ne kadar çok uyudun sen de böyle, halbuki çok uyumayı sevmezsin, hadi uyan artık."
Mikrop kapmasından korktuğum halde dayanamayıp ona dokunmaya, onu hissetmeye ve varlığımı ona hissettirmeye çalıştım, yanlış olduğunu bile bile, bencilce. Saçlarına dokunuyordum, öpüp koklamaya doyamadığım saçlarına sadece dokunmakla yetiniyordum. Jimin beni hissetsin ve o aşık olduğum, bakmalara doyamadığım gözlerini tekrar açsın istiyordum.
"Bilincin yerinde biliyorum ama gözlerini açamıyorsun. Doktorlara soruyorum, bilinci açık diyorlar. Tıpkı makineler gibi, sanki seni hayatta tutan o makinelerle söz birliği etmişler, onlar gibi duygusuz ve yanıtsız bırakıyorlar beni."
Göz kapaklarını kendim aralamak istiyordum. öyle zor turuyordum ki kendimi, öyle yanıyordum ki bunu yapmamak için, parmaklarım kirpiklerine değiyor ve ben korkudan geri çekiyordum ellerimi.
"Jimin'im, güzelim benim. Sana iyi bakıyorlar, yakında düzeleceksin ve biz evimize döneceğiz. Ama biliyor musun? tüm övgüler sana olmalı, direniyorsun. Sen kurtulacaksın, güçlüsün." diye fısıldadım bu sefer.
Bir kere aralasa gözlerini, elimi bir kere tutsa, bir kere kalkıp sarılsa bana, yaşadığımı hatırlayacaktım ama o yemin etmiş gibi kalkmıyordu.
"Bazen ne düşünüyorum biliyor musun sevgilim? Sen yaşamak için değil de, gidersen ben sahipsiz kalacağım, sensiz darmadağın olacağım diye direniyorsun. Acı da çeksen, her yerini delseler de, eziyet de etseler, belki bana dönersin diye direniyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Collision •• yoonmin ✓
Fanfic[ collision - çarpışma ] Evet, o beni hatırlamıyor ama ben onun kim olduğunu hala biliyorum. O benim kalbim, ellerim, gözlerim, ayaklarım, başımdır. Beni tamamlayan ikinci yarım, dostum, sırdaşım, parmağımdaki yüzüğün sahibi, hayat arkadaşımdır.