Episode 25'

1.6K 200 99
                                    

1K şeysi 💙🐥

Yeis, koluna astığı çantasını sıkı sıkı tutarak sahile girişini yapmıştı bile. Saat akşam 9'u bulmuşken, buralarda olması pek de normal karşılanmazdı. Annesine bir arkadaşından not alacağım, yalanını uydurarak buraya kadar gelmişti.

Her şey, sevdiği çocuk içindi. Onun için her şeyi yapardı.

Deniz kıyısına biraz daha yaklaştı, gözleri onu arıyordu. Etrafı biraz daha süzdüğünde, ileride bir bankta olduğunu görmesiyle içindeki heyecan daha da arttı. Yavaş yavaş ilerledi. Jimin'in gözyaşlarını seçebiliyordu.

İçi acıdı Yeis'in. Ağrıyan kalbine, bir sancı daha eklenmişti. Onu böyle görmeye dayanamıyordu.

Yeis'in adımları tam da bankın, bitişik olan arka bankın önünde durdu. Derin bir nefes vererek banka oturdu ve sırtını Jimin'e yasladı.

"Ben geldim."

Buruk bir tebessüm yerleşti suratında, Jimin. Kafasını biraz daha geriye doğru yasladı.

Saçları karışmıştı birbirlerine...

"Hoş geldin."

İkisi de sustu, konuşacak bir şey bulamadılar. Konuşsalar, ikisi de ağlamaya başlayacaktı çünkü. Yeis, parmaklarıyla oynarken çekinerek söylendi.

"Neden üzgünsün?"

Jimin'in gözlerinden bir damla yaş aktı. Ne demeliydi, üvey annesinin söylemlerine üzüldüğünü mü? Üvey annesi umurunda değildi Jimin'in.

Üvey annesi, son zamanlarda Jimin'i mutlu görüyor ve bu onu rahatsız ediyordu. Bir kız arkadaşı olduğundan şüpheleniyordu. Her ne kadar şüphe de olsa, onun canını yakmak istemişti. Söylediği cümle, kalbine bir kor gibi düşmüştü Jimin'in. Aklına geldikçe daha da hızlanıyordu, göz yaşları. Söylediği cümle şuydu.

"Son zamanlarda pek bir mutlusun Jimin. Bir kız arkadaşın var sanırım? Ahh pekâlâ... Cevap vermeyeceksin, anladım. Ama şunu aklından çıkarma, o kız da annen gibi seni terk edecek... Belki o ölmeyecek ama, seni bırakacak..."

O kız da annen gibi seni terk edecek...

O kadın, bir yılan gibi zehrini Jimin'in beynine aktarmıştı. Özellikle Yeis'in sürekli gün saymaları da Jimin'i bir hayli üzüyordu. Her ne kadar birbirlerine söz verseler de, bunun garantisi olmadığının gayet de farkındaydı...

"Beni ne zaman bırakacaksın?" dedi Jimin, alaycı bir ifadeyle.

"Ne?" Yeis, söylediği şeye anlam veremezken ondan bir açıklama bekliyordu.

"Kaç gün kaldı, beni bırakmana?"

"Jimin..."

"Söyle, söyle de ona göre kendimi hazırlayayım. Beni kendine bu kadar alıştırmışken..."

Derin bir nefes verdi. Her nefesinde, kalbine camlar batıyor gibiydi.

"Jimin, ben seni bırakmam. Sana şu an garantisini veremiyorum, biliyorum... Ama eğer, 15 gün sonra her şey yoluna giderse... İşte o zaman seni asla bırakmam. Asla."

"15 gün sonra ne olacak Yeis?"

"Bunu söyleyemem..."

"Yeis... Lütfen söyle."

Gözyaşları içinde reddetti, isteğini. Eğer söylerse, sadece hasta olduğu için onu seveceğini düşünüyordu Yeis. Saçma bir düşünceydi, farkındaydı. Ama bu düşüncesini engelleyemiyordu, eğer ona acısaydı... İşte o zaman yaşamasının bir anlamı kalmazdı. Bu yüzden hastalığını gizli tutmak istiyordu.

"Peki." Jimin daha fazla uzatmak istemedi. Yorgun ruhu, bedenine yeterince ağırlık yapıyordu zaten. Kafasında tonlarca soru işareti varken, yeni biri eklenmesi hayatını daha da zorlaştırmıştı. Yine de kopamıyordu Yeis'ten. Çünkü biliyordu ki, bu esaretten kurtuluşu oydu...

"2 gün sonra yüzünü göreceğim, değil mi?"

"Evet..."

"Şimdi görsem?"

Dediği şeyle Yeis'in kalbi daha da hızlanmıştı. Hazır mıydı? Bilemiyordu. Ya onu beğenmezse?

"Jimin doğum gününe 2 gün kaldı, sabret işte biraz."

"Normalde sabırsız biriyimdir."

"Belli belli." Yeis gülünce, Jimin de ona katıldı.

"Jimin?"

"Hm?"

"Ya güzel değilsem? Ya sen beni beğenmezsen?"

"Saçmalama Yeis. Kalbinin güzelliğini biliyorum yaa..."

Yeis, mutluluk saçan yüzünü elleriyle kapattı. Çok utanmıştı. Yeis'in sessizliğinden anlamıştı Jimin. O da hiç gülmediği kadar gülüyordu şimdi. Özgürce gülüyordu, huzurla...

"Jimin, ben gideyim. Geç oldu..." Yeis ayaklandığında, Jimin de ayaklandı. Bu sefer onu görecekti. Yeis arkasını dönüp gidecekken, Jimin kol çantasının sapını tutup onun durmasını sağladı.

"Jimin..."

Jimin onu görme fikrinden vazgeçip, sadece sarılacakken Yeis aniden arkasını döndü ve göz göze geldiler. Jimin olduğu yerde kalakaldı.

"Sen... Cho Hee?"

Elleriyle yüzünü gizlemeye çalışan Yeis, parmaklarını aralayarak Jimin'in tepkisine baktı. Oldukça şaşkın gözüküyordu.

"Doğum gününü bekleyemedin, değil mi?" Dedi, maskesinin altından. Şapka takmamıştı bugün, Jimin'in  görmeyeceğini düşünüyordu.

Jimin, onun tepkisine güldü. Cho Hee, annesi ölmeden önce hoşlandığı kızdı. Eğer annesi ölmeseydi, şu an çoktan sevdiğini söylemişti ona...

"Asıl bugün ben yeniden doğdum. Senin güzelliğinle yeniden var oldum. Bundan sonra 11 Ekim, benim doğum günüm..."

Yeis, bu iltifat karşısında ne diyeceğini bilemedi. Omuz silkmekle yetindi.

"Böyle hayal etmemiştim, hem makyajım da hiç güzel değil..."

Yüzünü yere eğen Yeis'e, Jimin kaşlarını çatmıştı. Güzelliğinin farkında değil sanırım, diye geçirdi içinden. O an içinden geleni yaparak, kendine doğru çekti Yeis'i ve sımsıkı sarıldı ona...

İşte o an, ölmüş ve renksiz ruhları yeniden renklenmeye başladı...

İşte o an, ölmüş ve renksiz ruhları yeniden renklenmeye başladı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

💙🐥

Ahh ahh...

Bölüm sonu beybiler. Yorumlarınızı alalım?

Bu arada 1K olmuşuz, teşekkürler.

Seviyorum sizi. Bayys 💙🐥

𝐘𝐞𝐢𝐬, 𝐓𝐞𝐱𝐭𝐢𝐧𝐠「 PJM 」Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin