Yeis, yaklaşık yarım saattir ameliyattaydı. Dışarıda onu bekleyen; annesi, babası, Jimin, Tae Min ve annesi vardı. Jimin'in gözleri ameliyat odasının kapısında, bir eli bileğindeki bileklikte, diğer elinde ise Yeis'in kolyesi vardı. Gözlerindeki yaşlar durmak bilmiyordu zaten.
Annesi, kendisini harap etmişti. Ameliyat odasından gözünü bir an bile ayırmamıştı. Baktığı yer orasıydı ama daldığı yer başkaydı. Gözlerinin önünde, Yeis'in küçüklüğü film şeridi gibi geçiyordu. O anlar canlandıkça, ağlaması daha da artıyor ve kocasına daha da sarılıyordu.
Babası, tek çocuğu olan Yeis'i öylesine seviyordu ki... Sırf o istediği için, gece vakti pamuk şeker aradığı gün aklına geldikçe, gözyaşlarının arasından kocaman gülümsedi. Pamuk şekeri eline verdiğinde, Yeis'in yüz ifadesi bütün dünyaya bedeldi.
Tae Min, küçücük bedenine ağır gelen bu yükü bilinçsiz bir şekilde yükleniyordu. Hastaneye neden yatırıldığını bile bilmiyordu. Küçücük bedenin, karaciğer gibi büyük eksikliği onun hayattaki şansını sorguluyor gibiydi...
Tae Min'in annesi, o genç yaşta hamile kalmanın sonucunda Tae Min'e sahip olmuştu. Babasının Tae Min ile bir alakası bile yoktu. Kendisi yurt dışında çalışıyordu. Yaptığı tek destek, her ay yüklü miktarda para göndermesiydi. Ama para her şeyi çözer miydi ki?
Ve Park Jimin... 3 sene önce, en değerli kişiyi kaybetmişti; annesini. Hayatı o zaman tamamen bataklığa dönmüştü. O bataklıkta boğulmayı beklerken, kendisine uzatılan ele tutundu. Bu el, Yeis'e aitti. Onu bataklıktan kurtaran Yeis'ti. O bataklığı, çiçek bahçesine çevirmişti. Kendisi ise, o bahçenin en nadide çiçeğiydi. 2 gün önce, hem sevdiği kızın hasta olduğunu öğrendi. Hem de, kendini avuttuğu annesinin anılarıyla vedalaşması gerektiğini öğrenmişti. Hayat, fazlasıyla acımasızdı.
Son olarak Yeis, o çok şanslıydı aslında. O, seviyordu. En önemlisi, sevdiği kişiler tarafından seviliyordu. Onun tek şansızlığı, hastalığıydı...
...
Sevgi olmayan uzun bir hayat yaşayacağıma, sevgi olan kısa bir hayat yaşamayı tercih ederim...
Çünkü sevgi her şeydir. Olmaz dediğin her şey, basit bir şekilde olur. Bunun için ihtiyacın olan tek şey ise, sevgidir. Bir işte başarılı olamıyorsan, o işi sevmiyorsundur demektir. İnsan sevdiği işte başarılı olur, değil mi?
O yüzden başarısız olduğunuz her şeyde, önce sevmeyi öğrenin...
...
Yeis hâlâ ameliyattaydı. Doktorlar pür dikkat, ince bir ustalıkla ameliyata devam ediyorlardı. Bu ameliyat, hataları kabul etmeyen bir ameliyattı. Dışarıdakiler artık beklemekten yorulmuş, güzel bir haber bekliyorlardı. Çünkü Yeis ameliyattayken çoktan 1 saat geçmişti.
"Tae Min, uyku saatin geldi oğlum. Hadi gel, biraz uyu."
"Olmaz anne. Birazdan çıkar Cho Hee noona. Ona geçmiş olsun deyip, bu gülü vereceğim."
Elindeki kırmızı gülü Cho Hee için, hastanenin bahçesinden koparmıştı. Yeis'in kırmızı gülleri sevdiğini biliyordu. Annesi bir şey demeyip, oğlunun yanına oturdu tekrardan. O da diğerleri gibi endişeliydi.
"Ne zaman çıkacak kızım?! Yeter yah! Ona bir şey olursa dayanamam ben!"
Yeis'in annesi artık dayanamayıp isyan etti. Babası, annesini sakinleştirmek adına konuştu.
"Sakin ol. Çıkacak şimdi kızımız. O iyi olacak, üzülme bak."
"Ama çabuk gelsin. Ben kızımı şimdiden özledim..."
Babası bir şey diyemeyip, eşine sarıldı. O sırada ameliyat odasının kapısı açıldı. Herkes ayağa kalkıp, Bay Choi'nın önünde durdu.
"O... O iyi mi?" Jimin, kalbindeki korkuyla konuştu. Herkesin içindeki endişe, yüzlerine de vurmuştu.
Bay Choi, yüzündeki maskeyi indirdi. Gözlerini sıkıca yumdu.
"O..." konuşmadı. Dolan gözleriyle kafasını olumsuz anlamında iki yana salladı. Annesi daha çok ağlarken, babası ağlayamadı. Eşini teselli etmeye çalışıyordu. Tae Min dolan gözlerle annesine baktı.
"Anne, Cho Hee noona ne zaman çıkacak? Hem bak gül solmaya başladı. Bay Choi neden kafasını iki yana salladı ki anne?"
Annesi cevap veremedi. Dudaklarını bastırıp, Tae Min'in önünde eğildi.
"Uyku vaktin geldi Tae Min, uyumaya ne dersin?"
"Ama anne, Cho Hee noona..."
Tae Min'in annesi, dolan gözlerle oğlunu odasına götürdü. Uygun bir şekilde ona anlatacaktı.
Jimin olduğu yerde durmuş, Bay Choi'nın gözlerine bakıyordu. O, ölmüş olamazdı değil mi? Yavaş adımlarla giderek Bay Choi'nın önünde durdu.
"Bay Choi... O, ölmedi. Değil mi?"
Bay Choi elini, Jimin'in omuzuna attı.
"Elimizden gelenin fazlasını yaptık. Maalesef... Maalesef, kurtaramadık..."
Jimin'in elinde bulunan, Yeis'in kolyesi yere düştü. Jimin'in dudakları titriyordu. Gözyaşları ise biri inmeden, diğeri yenileniyordu. Bay Choi, zorluk içerisinde konuştu.
"Lütfen 10 dakika sonra odama gelin. Size açıklamam gereken bir şey var..."
Bay Choi gittiğinde, arkasında bir enkaz bırakmıştı. Annesi hastane koridorlarını inletirken, babası bir yandan ağlıyor, diğer yandan eşini sakinleştirmeye çalışıyordu.
Jimin eğilerek yere düşen melek şeklindeki kolyeyi aldı. Kendi kendine fısıldayarak konuştu.
"Şimdi sen gerçekten de melek mi oldun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐘𝐞𝐢𝐬, 𝐓𝐞𝐱𝐭𝐢𝐧𝐠「 PJM 」
Fanfiction💙🐥 k.yeis: Seni seviyorum. k.yeis: Utanınca kızaran yanaklarını, k.yeis: Gülünce kısılan gözlerini, k.yeis: En önemlisi de kalbini... k.yeis: Sırf gülünce gözüken, kırık ön dişini saklamak için yarıda bıraktığın muhteşem gülüşüne bunu yapma. k.yei...