"Bugün çıkışta bir şeyler yapalım mı?"
Yeis'in önerisine Jimin hemen atladı.
"Olur, yapalım."
"Sahil kenarında yürüyelim biraz, olur mu?"
"Olur birtanem."
Okuldan çoktan çıkmışlardı. Yeis, bugün hastaneye yatırılacaktı. Anne ve babası çoktan hastaneye gitmiş, kızlarını bekliyorlardı. Yeis, Jimin'in elini tuttu. İlk defa Jimin değil de, Yeis onun elini tutmuştu. Bu Jimin'in hoşuna giderken, tebessüm etmekle yetindi. Hiç konuşmadan yürüyorlardı.
Bazen susmak gerekir, duymak için...
Onlar birbirlerinin sessizliğini dinliyorlardı. Sessizliğin anlatacağı o kadar şey vardı ki...
Saçma gelebilir kiminize, sessizliğin sesi mi olur, diyebilirsiniz. O zaman ben de size şunu diyeyim, kalabalığın sesi var da ne oluyor?
Ben söyleyeyim, koca bir hiç.
Aralarındaki sessizliği bozan Jimin'in telefonu olmuştu. Gelen mesajı okuduğunda yüzü bir an olsun düşmüştü.
"Kim?"
"Babam, benimle konuşacakmış. Bu yüzden erken gelmemi istiyor."
"Yaa..."
"Hı hı. Neyse biraz yürüyelim, sonra ben geçerim babamın yanına."
"Peki..."
El ele yürümeye devam ettiler. Yolda pamuk şeker satıcısını gören Jimin, Yeis'in elini çekiştirerek oraya götürdü.
"Jimin ne oluyor?"
Jimin cevap vermedi. Onun yerine çekiştirmeye devam etti.
"Abi bize 2 tane mavi pamuk şeker verir misin?"
Satıcı memnuniyetle pamuk şekerleri uzatırken, Yeis ve Jimin mutluluk içerisinde kavradılar.
"Teşekkür ederim Jimin."
"Teşekküre gerek yok ki... Alt tarafı sevgilime pamuk şeker aldım."
Yeis gülümseyince, Jimin de gülümsedi. Pamuk şeker onlar için özeldi, özellikle de mavi olanlardan...
Pamuk şekerleri bitirene kadar hayal kurdular beraber.
"Düşünsene Jimin, dünya pamuk şeker şeklinde ve mavi."
"Ahh hayalperest sevgilim. Dünya bir şekile girecekse o da keman olurdu. Çok güzel, değil mi?"
Yeis göz devirdi.
"Çok yaratıcı cidden!"
"Pamuk şekerden iyiydi ama, kabul et."
"Tabii tabii."
Jimin, Yeis'in dalga geçtiğini anlamıştı. Ona karşılık olarak da dudaklarını büzmüş ve Yeis'in odağı olmayı yine başarmıştı. Jimin sessize almış olduğu telefonunu, saate bakmak için bakarken bir mesaj bildirimi daha gördü. Mesaj atan yine babasıydı. Oflayarak ayağa kalktı.
"Benim gitmem gerekiyor sevgilim."
Yeis, üzgün bir tonla konuştu.
"Jimin... Ben seni çok seviyorum, tamam mı?"
"Tamam sevgilim de... Neden hep bunu söylüyorsun? Beni sevdiğini biliyorum."
Evet, bunu çoğu kez söylemişti. Söylemekten hiçbir zaman bıkmayacaktı da... Yeis, belki de son kez söylüyordu bunu.
Cevap niyetine, omuz silkti. Daha sonra aklına gelen şeyle konuştu.
"Jimin gözlerini kapatır mısın?"
"Neden ki?"
"Ufak bir hediye vereceğim."
Jimin pek de anlamış gibi durmuyordu. Ama gözlerini kapatması gerektiği için gözlerini kapattı. Jimin merak içerisinde olacakları beklerken, Yeis parmak uçlarına yükseldi.
Buruk bir tebessüm bahşettikten sonra, Jimin'in dolgun dudaklarına minik bir buse kondurdu. Jimin'in eş zamanlı açılan gözleri daha da büyürken, Yeis'in bu davranışına epey şaşırmıştı. Yeis'in yüzü hâlâ yakınken, anın bozulmasına izin vermedi. Ve bu sefer öpen taraf Jimin olmuştu. Öpüşü giderek derinleşirken, etraftaki onlarca insanı umursamıyorlardı bile.
Onlar, onca kalabalığın içerisinde yalnızlaşmayı başarmışlardı. Onlar, milyonlarca insanın arasından birbirlerini bulmuşlardı. Belki de en zor olan şeyi başarmışlardı onlar; masum bir sevgiyle birbirlerine bağlanmak...
Yeis, Jimin'den ayrılırken gözyaşları içinde gözlerine baktı. Onu bırakmak istemiyordu, ne olacağı belli olmayan o hastaneye gitmek istemiyordu.
Ama mecburdu.
Sıkıca sarıldı, sevdiği oğlana. Kokusunu içine çekti, sadece 2 günlük bir süreç için. Kendisine çok kızıyordu Yeis, ona bunu yapmamalıydı belki de. Eğer ona yazmasaydı, şu an ondan ayrılmak zorunda olmayacaktı.
Eğer ölürse... İşte o zaman, koca bir enkazın baş mimarı olacaktı... Bunun ne kadar geç fark etse de, dönüşümü de hayli zordu.
Elleri Jimin'in şakaklarındayken, alnını Jimin'in alnına yaslayarak konuştu.
"Jimin... Ben seni çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum birtanem."
Yeis'in gözyaşlarının arasından bir hıçkırık azat etti. Jimin o zaman anlamıştı, Yeis'in ağladığını. Çünkü Yeis, bu zamana kadar hep sessiz ağlamıştı. Kimse bilmeden, kimse görmeden... Belki de, kimseye göstermeden...
"Neden ağlıyorsun?"
Yeis, cevap veremedi. Giderek daha da artıyordu ağlaması. Jimin kendini Yeis'ten uzaklaştırıp, kafasını avuçlarının arasına aldı.
"Şşşt, güzelim. Niye ağlıyorsun?"
Yeis kafasını kaldırıp, sevdiği oğlana baktı. Ona bunu yapmaya ne hakkı vardı ki? O ameliyattan sağ çıkmasının garantisi yokken, ne diye ondan sevgi beklemişti ki? Neden ona aynı acıyı 2 kere yaşatmak zorunda bırakmıştı?
Hayır, hayır. Bu Yeis'in suçu değildi. Bir insan âşık olduğu için suçlu olur muydu hiç? Bu, tamamen kaderin onlara oynadığı bir oyundu. Acımasız bir oyundu...
"Benim gitmem lazım." Yeis, düğümlenen boğazına rağmen yutkunarak konuştu. Jimin anlam verememişti yine. Yeis ondan ayrıldı, arkasına dönüp gözyaşları içerisinde yürümeye devam etti.
Jimin'i babası bekliyordu, ama şu an aklı sadece Yeis'teydi. Bu yüzden her şeyi bir kenara atıp, sevdiği kızı takip etme kararını almıştı.
Bugün aklındaki bütün soru işaretlerinin cevabını bulacaktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐘𝐞𝐢𝐬, 𝐓𝐞𝐱𝐭𝐢𝐧𝐠「 PJM 」
Fanfiction💙🐥 k.yeis: Seni seviyorum. k.yeis: Utanınca kızaran yanaklarını, k.yeis: Gülünce kısılan gözlerini, k.yeis: En önemlisi de kalbini... k.yeis: Sırf gülünce gözüken, kırık ön dişini saklamak için yarıda bıraktığın muhteşem gülüşüne bunu yapma. k.yei...