"Selam hyung!
Bu doldurduğum son kaset. Bu yüzden olabildiğince neşeli olmak istiyorum. Mutlu olacağını düşündüğüm için mutlu olacağım.
Her zaman dediğim gibi 'her şey bir süre sonra gider, geçici yada kalıcı olarak.' Önce mutluluğum, sonra sevgim ve şimdi sırada ben varım.
Hyunglarıma söyle tamam mı? Onları çok seviyorum. Sonbaharın ortasında dökülmemiş son yaprak kadar narin bir sevgi bu. Kalbimin en ortasından. En büyüğünden bu sevgi.
Bir şeyleri fark edemeyecek kadar küçük olduğumu söylemişti Chan hyung. Saf sevgiyle dolu olduğumu ve dünyada bir şeyleri anlamak için bundan fazlası gerektiğini de eklemişti.
Evet, doğruydu. Saf sevgiyle doluydum. Aileme karşı, size karşı, hayranlarımıza karşı. En çok da sana karşı hyung. Ama yanlış biliyordu Chan hyung. Sizin bile anlayamadığınız bazı şeyleri anlamıştım ben.
Mutluluğun sonsuz olduğunu söylerdi Min hyung. Evet öyleydi ama ayrıca değildi de. Mutluluğu sonsuz yapan şey sevgiydi, güvendi. Mutluluğun sonsuz olması için sevmen, sevilmen gerekirdi. Güvenilecek biri olman, güvenecek kişilere sahip olman gerekirdi.
Ben çok sevdim hyung, çok güvendim. Ama sevilemedim hyung, güvenilemedim. Üzüldüm, çok üzüldüm. Hatta yıkıldım. Yine de güldüm. Sizi gülümsetmek için güldüm.
Siz gülünce daha da güldüm. Duygularımı yansıtamaz oldum. Hep gülünce nasıl üzüleceğimi unuttum. Kalbimde bir sızı oluştu. Üzüntüm hep içimde kalınca oluştu o sızı. Zamanla gider dedim, gitmedi. Ağırlaştıkça ağırlaştı.
Vücudum eridi gözlerimin önünde. Her gece çıkardığım öğürme seslerini duymayın diye kıvrandım. Bazen şirketten eve dönünce attım kendimi yatağa. Uyudum sandınız, bayıldım. Gözlerimden akan yaşı farketmediniz. Bari dedim; burnumdan akan kanı farkedin.
Etmediniz. Gözlerinizin önünde eriyişimi, mahvolmuşumu farketmediniz.
Sinirlendim. Kendime sinirlendim. Neden benliğimi size açamadım diye kızdım kendime. Günlerce kafamdaki sesleri dineldim. Cezalar verdim kendime. En son karar verdim, açtım kendimi size.
Uzun L koltuğumuza dizildiniz hepiniz. Karşınıza oturdum bende. Anlattım her şeyi. Yıkılışımı, eriyişimi, mahvoluşumu. Önce dizlerimi kendime çektim. Sonra küçüldükçe küçüldüm. pınarlarım doldu taştı karşınızda. Hıçkırıklarımı ilk kez bıraktım sessiz salona. İlk kez gördünüz maskemin altını.
Felix ve Seungmin hyung geldi hemen yanıma. Sarıldılar bana, sildiler gözyaşlarımı. Ve baktılar gözlerime. Bir şey demediler, diyemediler. Gözlerinin konuşmasına izin verdiler. Sırtımdaki yük kalktı kısa süreliğine. Mutlu oldum cidden. İlk kez güldüm kendi kendime, ilaçlara mahrum olmadan.
Sonra Chan hyung kalktı ayağa, bana baktı. Sinirliydi. Bende şaşkın. Bir şey demedi, odasına gitti ve kapıyı çarptı. Diğer hyunglarım bir şey demedi. Diyemedi. Gözleri pişmanlıkla doluydu. Sonra sen kalktın ayağa. Kızdın bana.
Defalarca fısıldadım sana 'özür dilerim...' Duymadın. Kendi desin kulaklarını dolduruyordu. Duymuyordun beni. Sesim zar zor çıkıyordu zaten, duyuramıyordum kendimi.
Sonra Min hyung kalktı ayağa. Kiraz dudaklarını kapattı elleriyle. Yüzü kızarmıştı sinirden. Kaşlarını çattı önce. Sonra öfkeden alev almış gözlerini döndürdü sana. Çatılı kaşların düzeldi önce. Sonra bana baktın, bir şey dememi bekliyormuş gibi.
Demedim.
Sonra Changbin hyung kalktı. Gözleri dolu doluydu. Pişmanlıkla bakıyordu bana. Yanıma geldi ve önüme oturdu. Sonra elimi alıp tam kalbinin üzerine koydu. Özür diledi. Sesi titredi. Dinmemiş gözyaşlarım hızlıca akın etti yanaklarıma. Islanmamış yer kalmadı yüzümde.
Sonra Jisung hyungun sesini duydum. Elleri ile göğüsünü tutuyordu. Bir şeyler fısıldıyordu. Özür diliyordu o da. Sonra sesi yükseldi biraz.
"Jeong... k-kuşlar söylemedi bu sefer. B-ben üzüldüğünü görmedim. Çok üz-üzüldün. Görmedim. Hiçbir şey ö-özürle bitmiyor b-biliyorum. Ama yine de ö-özür dilerim. İstersen affetme. A-ama artık üzülme l-lütfen."
Sesi sona doğru kısılmıştı. Sonra ayağa kalkıp yanıma gelmişti. Dizlerinin üstüne çöküp özür dilemişti. Kaldırmıştım onu. Sarılmıştım. Ben hiç küsmemiştim ki ona, size. Nasıl affetmezdim sizi.
Günümüz öyle bitmişti. Sakinleşmişti herkes. Kimse benimle konuşmamıştı ama. Pişmanlıktan yüzüme bakamamışlardı.
Yine yalnız hissetmiştim kendimi. Seungmin hyung sürekli yanıma geliyordu, Felix hyung desen tanından ayrılmıyordu. Yine de bencildim işte. Seni istiyordum ben.
O gece planımı başlatmanın tam zamanı olduğunu düşündüm. Önce ilk kasetimi doldurdum. Bir haftam vardı. Her gün kaset doldurdum sana. Sonra camın önündeki sarı kutumun içine koydum hepsini. Orası benim için özledi çünkü. Bütün ilklerim oradaydı neredeyse.
İlk aşkım, ilk masumluğumu kaybedişim, ilk hıçkırıklara boğuluşum, ilk gözlerindeki yıldızları gökte arayışım ve daha niceleri...
Özeldi orası. Her yönden. Bende oraya koydum kutuyu. Kimse farketmedi, etmelerini bekledim zaten. İlk full albümümüzü çıkaracaktık ve herkes çok çalışıyordu.
Bu yüzden planımı halletmek daha da kolaylaştı. Arkadaşımın oturduğu apartmanın çatısında boş bir alan vardı. Orayı yöneticiden izin alarak bana hazırladı. Her tarafı camdan, çiçekler için hazırlanmış sera gibi bir alandı. Çok büyük değildi fakat kalacağım kısa süre içimde huzur bulmam için yeterdi.
Her şeyi ayarladım. Şimdi son kasetimi dolduruyorum ve gitmeye hazırlanıyorum. Biraz zıvır olacak gibi. Yine de yapabileceğime inanıyorum.
Ah şey bir de... gitmeden önce kiraz dudaklarını tadına bakmak istedim. Sadece bakmak bile kalbimi sökerken seni öpmek... kalbimin atmayı bıraktığına yemin ederim!
Ama şimdi gitmeliyim. Daha fazla sana bağlanmak istemiyorum. Gülüşüne, bakışına, kokuna, dudaklarına...
Bu yüzden bu kaseti burada bitiriyorum. Seni çok seviyorum. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu durumda söyleyebileceğim tek şey bu, Üzgünüm...
Son olarak;
yarın ölüm haberim gelirse lütfen çok ağlamayın.Sizi çok seviyorum, hoşçakalın"