Selam gençler! Yeni bölüm geldi. Dbsgshsg.
Multiye şarkı koyamadım ancak resim var. Yağmurun.
Bölüm şarkısı teoman- paramparça."Toprak sen nasıl yaparsın? Kızımı sana emanet ediyorum. Yeğenim olmasına rağmen kızım gibi o benim. Emenet. İlk önce kızımı kovuyorsun, onu yazlığa gönderiyorsun ve kontrol etmiyorsun. Oğlum diyorum sana, kardeşin gibi gör, koru kolla. Ankarada bir hastanede gebelik testi yaptırmış." Elindeki telefonu hızla yere fırlattığında parçalara ayrıldı. Beni karşısına alacak kadar sinirliydi. "Gidip onu bulacaksın, hatanın bedelini ödeyeceksin." Hatamın bedelini her gece ödüyorum zaten.
Öfkeyle odadan ayrılıp merdivenlere yöneldi. Çarpma sesi geldiğinde evden gittiğini anladım.
Kafamda gezinen hamile kelimesi beni gerçek anlamda rahatsız etmeye başlamıştı. Eğer gerçekten bir bebeğimiz olacaksa -ki bu biraz saçma- isteyebilirdim. Ancak bebeğin benden olması biraz imkansız gibiydi. O bebek 1 günde ortaya çıkıp, anlaşılamazdı değil mi?
Şuan karnım açtı ve banyo yapmam lazımdı. O zaman aramaya hazır olabilirdim belki.
Odama geçip kısa da olsa duş aldım. Elimdeki yaralar iyileşmişti. Acı vermiyordu artık. Onun emanetiydi. Onun bıraktığı birkaç yara sadece.
Üstümü giyinip aşağı indiğimde saat 8'e geliyordu. Mutfağa gidip birşeyler aşırdım. Hale burada değildi çünkü haftasonuydu. Bugün günlerden 22 temmuzdu.
Tarih bana birşeyi anımsatıyordu ancak pek çözemiyordum. Değersiz bir insanın, akılda kalan doğum günüdür. Boşver.
Telefon sesini duyduğumda Yağız'in aradığını gördüm. Aramazdı bu şerefsiz ne oldu ki acaba.
"Ne var yağız?" Güzel bir başlama cümlesi oldu gerçekten.
"Özlediğimden aradım." Diyip güldü.
"Asıl mesele ne?"
"Gerçekten öyle oldu. Ankaradayım. Bir barda çalışmaya başladım." Banane abi? "Ve ayrıca burdaki kız senin isminde birine sövüyor. Aklıma bu kadar küfür baskı edince sen geldin." Bir saniye o... O yağmur olabilir mi?
"Yağmur... yağmur mu? Kızın ismi yağmur mu?""Evet de sen... O çocuk sen misin lan?" Jeton kaç köşeli acaba.
"Evet, adresi yolla. Geliyorum." Telefonumu kapatıp, ceketimi aldım. Kimseye söylememesi için bir mesaj atıp kapıya yöneldim. Benden kaçamazsın yağmur.
Yağmur'danToprakla o geceyi geçirdikten sonra 1 hafta geçmişti neredeyse. O gün toprağın kolları arasından çıkarken başım dönmüştü ve zorda olsa Ömeri aramıştım. Beni alıp ankaraya geri götürdüğünde kusmalarım ve baş dönmelerim artmıştı. Merakım üzerine hastaneye gittiğimde hamile olduğumu öğrenmiştim. Şimdi o iğrenç canlı içimde biryerlerde duruyordu.
"Bir viski daha?" Yağız'in o iğrenç sesini duyduğumda dibine kadar sarhoş olmayı diledim. "Ömer hala seni arıyor biliyorsun değil mi?"
"Evet biliyorum. Şimdi. Şu lanet viskiyi koy." Korkarak viskiyi koyduğunda kafam hafif güzeldi. Ancak şu lanet bulantı tekrar gelmişti.
"Sıçmaya çalışan ama sıçamayan bebeler gibi bakıyorsun."
Çenesine elimi koyup yüzüme doğru yaklaştırdığımda güven verici kokusuyla karşılaştım. Bu koku birde toprakta vardı işte.
"Bir daha. Beni. Sıkacak. Birşey. Söylersen. Seni. Çok. Pis. Benzetirim. Anlatabildim mi?" Ellerini kaldırıp teslim oldum gibi bir hareket yapınca memnunca gülümsedim. Hafifte olsa kalkmış olduğum bar taburesine geri oturup, kollarımı masaya dayadım. Bitmiş hissediyordum.
Aslında hamile kalmam zordu ancak nasıl oldu bende bilmiyordum. Şu kis sayesinde rahattım ancak bu sefer olmuştu. Bebek büyük ihtimalle meriçtendi.
"Yağmur, şu karşı masadaki adam sürekli sana bakıyor. Soyuyor da olabilir. Emin olamadım." bakışlarımı karşıya döndürdüğümde otuzlu yaşlarında bir bunak gördüm.
"O kadar yaşlanmış mı duruyorum ben ya?"
"Ev... yani şey hayır. Kesinlikle hayır." Yalan söylediğin çok belli be glw.
Doğurabilirdim de bu bebeği. Tatlı bir kızım olurdu belki. Hiç mi olmaz? Peki.
"Ne doğuruyorsun anlamadım." Sesli söylenen iç sesler. Ahh...
"Sana yeni nefretler doğuruyorum. Az geldi gibi." Laf yemenin ezikliği ile önüne döndü."Yağmur." duyduğum kadifemsi sesle yüzümü kaldırdım. Toprak bana bitmiş gözlerle bakıyordu.
"Efendim, toprak." Buraya gelebilirdi, bana karışmadığı sürece umrumda olmazdı.
"Sarhoş musun sen?" Kime ne ki?
"Evet öyleyim toprak." dedim kırılmış bir ses tonuyla. Kırılmışlık duygusu vardı içimde. Bana değer vermiyordu.
"Ne oldu? Bebek konusu ne? Anlatacaksın." Koluna yapışması ve çekilmesi bir oldu. Yağız toprağın yakasından tutmuş bir şekilde söyleyeceğim sözü beklerken bende bekliyordum. Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyordum.
"Ona bir daha dokunma. Görürsem fena olur." Yağızın güven verici konuşması içime su sermişti. Gerçekten iyi hissetmiyordum.
"Tamam, bırak."
"Yağmur bana böyle davranma. Ne yaptım sana?" Çalan şarkı buna gerçekten iyi bir cevaptı. Yinede duymasını istedim. Neden kırıldığımı fısıldamak istedim. (Teoman-paramparça)
"Bugün benim doğum günüm. Hem sarhoşum, hem yastayım. Bir bar taburesi üstünde babamın öldüğü yaştayım."
Kırılmıştım. Ben burda babamın ölümüne içerken bana hesap sormasından dolayı kırgındım.
Çantamı alıp tabureden indiğimde yanaklarımı ıslatan gözyaşlarıma baktı. Belki de avutacak bir yol arıyordu. Yoktu ama. Babam asla dönmeyecekti.
"En çok neye kırıldım biliyor musun toprak?" Gözlerinin içine baktığımda en ufak duygu yoktu. İfadesizdi. "Bana gelip hesap sormana. Sarılmanı, avutmanı beklerken hesap sormana."
Bundan sonrası yoktu. Yıkık bir harabeydi işte. Kırılmış kalp, zeki olmayan bir akıl, kanayan derin bir yara ve mezar. Gömmem gerekti. Toprağı da bana değer vermeyenler grubuna eklemem lazımdı.
Bardan çıktığım da soğuk olmasa da esiyordu. Ankara farklıydı. Gece ne kadar soğuk olursa olsun sabah ısınıyordu. Benim kalbimde öyleydi. Ne kadar soğuk olsamda ısınmıştım işte.
Taksi beklerken göz yaşlarımı hızla sildim. Güçlü olmadığımı hissediyordum. Kötü bir histi.
"Abla... şey hala nereye gideceğimizi söylemedin." Ahh. Tabi ya...
Taksiden indiğimde başım dönüyordu. Burası her ne kadar korkunç olsa da ben içindeki huzur dolu kokuya gidiyordum. İlk kez toprağın altından koklayacaktım onu.
Faruk Özkan
Doğum:1951 Ölüm:2013
Ruhuna el fatiha.Buradaydı. O benim yanımda olmak yerine burada yatıyordu. Benim yüzümden.
"Baba ben geldim." Gözyaşlarım mezarının üzerine düşerken kendimi yanına sardım. Babamın yanında yatıyordum. "Üzgünüm baba. Gelemedim. Seni burada görmeye dayanamayacağımı düşündüm." Toprağı elime alıp kokluyordum. Kokusu geçmiştir diye. "Sen kokuyor baba. Toprak sen kokuyor." Bacaklarımı karnıma doğru çekip toprağa iyice sarıldım. "Özledim. Çok fazla. Güvenemiyorum kimseye. Yanlız bırakıyorlar beni. Güvenimi hep boşa çıkarıyorlar. Ne halde olduğumu bilmeden hesap soruyorlar." Gözlerimi sıkıca kapatıp uyku pozisyonu aldım. "Bugün burda uyusam olur mu? Benim buna ihtiyacım var."
Soğuk rüzgar beni titretirken hala umursamıyordum. Uyuyacaktım. Eve gidip düşünmek yerine burada uyumayı tercih ediyordum.
"Beni bırakmasan yağmur. Olmaz mı?"
Arkadaşlar merhaba! Teog hala açıklanmadı ki ben bu bölümü rahat bir şekilde yazıyorum. Kendinize iyi bakın.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unutulmaz
RomantikÇantamı alıp tabureden indiğimde yanaklarımı ıslatan gözyaşlarıma baktı. Belki de avutacak bir yol arıyordu. Yoktu ama. Babam asla dönmeyecekti. "En çok neye kırıldım biliyor musun toprak?" Gözlerinin içine baktığımda en ufak duygu yoktu. İfadesizdi...