sabahın yedisinde kapının çok sert bir şekilde çalınmasıyla uyandım. kapıyı çalanın meriç olduğunu anlamam üstümden yorganın çekilmesi ve deli gibi bağırmasıyla oldu.
"kahvaltı hazır" ve ben kalkmadan odadan çıkmadı. kabarmış saçlarım ve yorgun gözlerim ile yüzüne bakarak.
"afiyet olsun" yastığı yüzüme bastırdım. bastırmamla birlikte üstümden çektiği yastıkla.
"bu saate kahvaltı mı olur ya bırak da uyuyayım" ısrar etmeme karşın izin vermedi ve şu an suratsız bir şekilde yemeğimle oynuyordum. duygulardan yoksun bir şekildeydim. hissetmiyordum. hissedemiyordum. hiçbir şey yapmaya gücüm yokmuş gibiydi. depresif bir ruh halindeydim ve bu benim sinirlerimi fazlaca zorluyordu. sanki ne yapıp ne yapamayacağımı kontrol edemiyordum. sonunda halisunasyon görmelerim gitmişti ama neden gördüğümü bulamamıştık. tahminimce hasta olduğum içindi.
"yemeyini yer misin artık" diyen meriçin yüzüne suratsız bir şekilde bakıp.
"yemeyeceğim". bu saate iştahım açık olmazdı. ben saat 10 gibi kahvaltı yapardım. Benim için çok erkendi.
"aç değilim" ve mutsuzum.
"buraya geldiğinden beri çok zayıfladın. yememe gibi bir şansın yok" tehdit edercesine konuştuğu için. ağızıma zorla bir parça peynir attım. hemen yutmayacaktım ki çok yediğimi sansın.
"sana sormadan kedin için gerekli olan her şeyi aldım. beğenirsin umarım" hafifçe gülümsedim. elimden en fazla bu gelirdi.
"yalandan gülümsemene gerek yok. nasıl davranmak istersen öyle davran" diyen adaya bakmak yerine masadaki ellerime baktım . planım suya düşmüştü. inkar edemezdim , yalandan gülümsediğim belliydi. ortamda garip bir sessizlik oluşmuştu.
"ha bu arada senin telefonunu vereyim. ne yalan söyleyeyim. biraz karıştırdım ama hiçbir şey bulamadım" ada cebinden telefonumu çıkardı masanın üstüne koydu. elimi uzattım ve telefonumu aldım. Bulamazdı tabi. Gizim saklım yoktu ki.
"gizleyip sakladığım bir şey olmadığı içindir" telefonumu açıp ekrana baktım. normalde sürüyle cevapsız arama ve mesaj olması gerekmez miydi. bir kişi aramamış , mesaj dahi atmamıştı. açtığım gibi geri kapatıp pijamamın cebine koydum.
"Ne oldu" son olaylardan sonra bana oldukça yakın davranıyordu ve bu ona daha da bağlanmamı sağlıyordu. Bir yandan iyi,bir yandan kötüydü. Sanki o na ihanet ediyormuşum gibi hissettiriyordu. Yüzüm biraz da olsa düşmüştü ve bunu fark etmişti.
"Birsürü mesaj olması gerekmezmiydi" yüzündeki tebessüm solmuştu. Cevap veremezdi.
"Size afiyet olsun ben gidiyorum. Sen doğayla kal" diyen meriç ayağı kalkıp koşarak dışarı çıktı. İşe gidiyordu. Bu heyecan niyeydi. Yalandan gülümsemeye çalışarak.
"Bana yardım et de masayı toplayalım" kızdırmak için böyle yapıyordum. Her şeyi yapardı ama bulaşık yıkamazdı. Bulaşık süngeri onun korkulu rüyası gibi bir şeydi. Masadakileri getirirken ben bulaşıkları yıkıyordum. Birden ses seda kesildi ve masadakiler gelmemeye başladı. Yavaşça rakamı döndüğümde gizliden gizliye koltuğa oturduğunu gözdüm. yanına gidip elimdeki köpüğü saçına sürdüm. arkasını ağır çekimde dönüp gözlerini güneşe bakıyormuşçasın kıstı ve bana "sen bittin" bakışı atıp ayağa kalktı ne yapacağını merak ederken eline bolca köpük alıp üstüme doğru koşmaya başladı. Olayın şokunu daha yeni yeni atlatmışken ayaklarım beni koşmaya zorluyordu. Bir gümbürtü koptuğunda döndüm ve adanın yere düşmüş olduğunu gördüm. Yanına koşar adımlarla gittiğimde yere damlayan köpük sayesinde adanın üstüne düştüm. Ikimiz de nefes nefeseydik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kamp Ateşi (Kitap Oldu!)
Novela JuvenilRuhlarımız o kamp ateşinin içinde cayır cayır yanmaya mahkumdu. Bizi çocukken ayıran hayatın yarattığı kamp ateşine el ele düşmüştük biz. Küçükken. Daha çok küçükken yanmaya başladık. Aşk bizi ele geçirdiğinde çok küçüktük. Hayat bizi ayırdığında da...