Ada bana kitap okurken bir saniye bile olsa gözümü kırpmamıştım. okuduğu cümleler zihnimde yankılanırken ses tonunu ezberlemeye çalışırcasına dinliyordum. kötü bir niyetim yoktu, sadece bana kızdıkları zaman ses tonlarının neye benzeyeceğini anlamaya çalışıyordum. Ya da o yüzden ezberlemeye çalıştığımı umuyordum. gözlerimi oynadığım parmaklarımdan çekip yüzüne diktim. son birkaç gündür yaşadıklarımız yüzünden aşağı kalır yanı yoktu . onun da benim gibi gözleri morarmış ve çökmüştü. ve ben de en az onun kadar berbat görünüyordum. kabarmış uzun saçlarım ve mosmor göz altlarım ile bir katile benziyordum. aniden bana döndüğünde gözlerimi kaçırdım. ona baktığımı anlamış olacaktı. garip bir şekilde sırıtarak
"neden öyle bakıyorsun" her zamanki gibi düşünmeden konuştum. zaten düşünüp konuştuğumda çok saçmalıyordum. böylesi daha iyiydi.
"nasıl" omuzlarını bilmem der gibi hareket ettirdi. bu hareketi yüzündeki sırıtışı gizledi
"sanki" tamamlayacağı şeyden korkuyordum. bu yüzden devamını ben getirdim.
"ezberlermiş gibimi" başını evet anlamında salladı . işte düşünmeden konuştuğum zamanlarda ve panik yaptığım zamanlarda saçmalayabiliyor ya da doğruları söyleyebiliyordum. bazen kendimden korkuyorum. Resmen rezil olmuştum.
"evet, sanki ezberlermiş gibi" etraf birden çok sessizleşti ve zaman kavramı bir toz misali yok olup gitti. bu derin sessizlik bana kötü anılarımı anımsatıyordu. bir kutuya koyulmuş ama üzeri sıkı bantlanmamış bir berbat anı deposu. sessizliği bozmak için.
"hmm. sana öyle gelmiş" ayağı kalktım. yoksa olacaklardan korkuyordum. Olacak ve olabilecek her şeyden.
"hmm. öyle miymiş" dedi sırıtarak. ve tabi ki bu sırıtma garipti. tıpkı önceki gibi. ne yapacağını çözememiştim. ne yapmak istediğini de çözememiştim. başımı çocukça evet anlamında sallayıp.
"evet. öyleymiş" aşağı koştum. ada da peşimden koşarken kapı birden açıldı ve meriç girdi, koşarken hızımı alamadığım için meriçe çarptım ve yere düştü. ben yerlere yatıp deli gibi kahkaha atarken adanın durumu da benden farklı değildi. meriç ayağı kalkıp üstünde toz varmış gibi silkelerken biz de biraz olsun sakinleşmiştik.
"çok çocuksunuz" . ada ayağı kalkıp benle birlikte yere oturunca bana dönüp gözlerime baktı.
"hmm. öyle miyiz" az önceki olay aklıma geline gülmemi bastıramayıp.
"hmm öyleymiş. sen de çok büyük değilsin ama . hatırlatırım aramızda iki yaş var ve çocuk olmak güzeldir" dedim ve dil çıkardım. haklıydım. belki çocukluğumun son senesini yaşıyordum ve bunun tadını doya doya çıkartmam gerekiyordu
"belki sen de bu çocuklarlaen başarısız olduğun kovalamaca oynamak istersin" meriç duruşunu dikleştirdi. Kendini ne sanıyordu bu. Oyunlarda benden daha iyi olduğunu falan mı.
"bunu siz istediniz" adayla birbirimize korku içinde bakıp ayağı kalktık ve meriçten kaçmaya başladık. o kovalıyordu bizse kuyruğu yanmış öküz gibi bağırıp kaçıyorduk bir de delirmiş gibi gülüyorduk. biri bu halde bizi görse direkt tımarhaneye sevk ederdi. yarım saatin sonunda hepimiz yorgunluktan bayılmış gibi yere yattık . üçümüz de nefes nefeseydik. meriç sağımda ada ise solumda uzanıyordu. sonunda nefes alışlarımız normale dönünce meriç doğruldu ve.
"doğa senin için bir psikolog ayarladım. yarın öğlen geliyor. seni burada tek tutmak istemediğim için ada sürekli yanında olacak . onun olmadığı zamanlarda ben olacağım" kaşlarımı çattım ve dirseklerimin üstünde doğruldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kamp Ateşi (Kitap Oldu!)
Fiksi RemajaRuhlarımız o kamp ateşinin içinde cayır cayır yanmaya mahkumdu. Bizi çocukken ayıran hayatın yarattığı kamp ateşine el ele düşmüştük biz. Küçükken. Daha çok küçükken yanmaya başladık. Aşk bizi ele geçirdiğinde çok küçüktük. Hayat bizi ayırdığında da...