Gülce aşağıda üzerini giymiş, sessizce kahvaltı yapan oğluna baktı.
- Minik kedim beniimm.
Oğlunun yüzünü şöyle bir yoğuruverdi
- Anne yaa!
- Anneye ya yu denmez. Çabuk kahvaltını yap bakayım. Servis gelecek şimdi. Geç kalacaksın sonra.
- Ama hani bugün beni sen götürecektin.
- Eee evet ama bir işim çıktı. Ondan bugün servisle gideceksin.
Minik Aslan, annesinin tıpkısı yemyeşil gözlerini devirip, yüzünü de iyice somurtup baktı.
- Bakma bana öyle bakayım. Ne yapayım işim çıktı. Anneni birazcık idare edemez misin?
- O zaman almaya gel, dedi Minik Aslan aynı somurtkan yüzle.
- Hımmm olabilirdi aslında ama akşama baban almaya gelecek.
- Neee! Babam mı? Yuppiiii!
Aslan, babasının onu almaya geleceğini öğrenince çok sevindi. Annesiyle babası çalışmaktan kolay kolay fırsat bulamazlardı buna. Ama bugün yaparlar diye düşünmüştü.
Gülce oğlunun buğday başakları gibi sapsarı saçlarını okşadı.
- Evet miniğim, bugün seni almaya baban gelecek. Ama onu sakın üzmek, yaramazlık yapmak yok. Okuldan çıkar çıkmaz doğruca eve geleceksiniz.
- Tamam anneciğim.
- Akıllı oğlum benim.
Bugün Gülce'nin minik Aslan'ının doğum günüydü. O yüzden işten izin almıştı. Oğlunun altıncı yaşını kocaman bir partiyle kutlayacaktı. Bunun için de kolları bir an önce sıvaması gerekiyordu. Daha organizasyon şirketi gelip evi hazırlayacaktı. Sonra Aslan'ın o en sevdiği pasta alınacaktı. Bir de babasıyla kararlaştırdıkları hediye tabi... Aslan'a bu doğum gününde annesi ve babası, o çok istediği mavi renkli arabayı alacaktı.
Gülce kahvaltısını yapan oğlunu süzdü. Öyle benziyordu ki kendisine. Yemyeşil gözleri vardı, sapsarı da saçları. Gerçi Gülce'nin saçları büyüdükçe sıcak bir kahverengi olmuştu ama oğlunun hala sapsarıydı. Kendisi gibi oğlunun da minicik bir burnu vardı. Koparıp yiyesi geldi o burnu. Bembeyaz bir çocuktu Aslan.
Annesi gibi kolay kolay şikayet etmezdi bir şeyden. Hemen uyum sağlayıverirdi, uysal ve ağırbaşlı bir çocuktu. Annesi onunla gelsin diye ısrar edip ter ter tepinebilirdi. Ama o babasıyla yetinip bir sabah da okula tek gidebilirdi. Israr etmez, zorluk çıkarmazdı. En çok da bu özelliği benzerdi annesine. Bir de çalışkanlığı...
Gülce'nin bütün hayatıydı oğlu. Uğruna her şeyi göze aldığıydı. Canıydı, can parçasıydı. Günden güne büyüyordu üstelik. Gülce birden duygusallaştı, gözleri doldu. Tam o sırada dışardan korna sesi duyuldu.
- Hah, geldi servisin. Hadi bakalım sırtlan çantayı.
Çantayı takabilmesi için yardım etti, beraber kapı önüne çıktılar. Servis kapıda bekliyordu.
- Dikkat et Arif Efendi. Minik Aslan'ım sana emanet.
- Tamam Gülce Hanım merak etmeyin.
Gülce oğlunu yanaklarından bir kez daha öptü. Üzerini düzeltti.
- Güle güle miniğim.
Gülce oğlu servise binip gözden uzaklaşınca kadar kapı önünde bekledi. Arabanın ardından bakıp el salladı. Sonra da içeri girdi.
Yanlarında çalıştırdığı Ayşe isimli genç kızın yanına, mutfağa gitti.
- Ayşeciğim, mutfağı bir an önce toplayalım olur mu? Ben bir Cesur'a bakıp hemen çıkacağım. Evi de bir derleyip toparlarsın. Çok yorma ama kendini. Zaten batacak., dedi gülerek.
- Tamam Gülce Abla. Sen merak etme ben tertemiz yaparım her yeri.
- Ayşe, yorma kendini dedim ya. Şöyle bir toparlasan yeter.
- Tamam ablacığım.
Ayşe'yi bir mahkeme çıkışında bulmuştu Gülce. Tasarımlarından biriyle ilgili bir sıkıntı yaşamıştı. Adliye koridorunda bir gözü mor, dudağı patlak, üstü başı dağınık bir şekildeydi. Yirmi iki yaşındaydı, kocası da otuz yedi. Daha on yedi yaşında evlendirmişlerdi. Evlendikleri günden bu yana dayak, tehdit bitmemişti. Iki bebeğini bu dayaklar yüzünden kaybetmiş, bebeğini düşürdü diye bir daha dayak yemişti. Sahip çıktı ona Gülce. Arkasında durdu, evine aldı, bir iş verdi, can yoldaşı oldu. Şimdi bu eve geldiği ilk günü hatırlıyordu. Ürkek, korkmuş... Her an bırakıp kaçacak gibi bir haldeydi. Gülce ona sıcacık bir aile vermişti.
***
Gülce koşar adımlarla kocasının odasına bakmaya çıktı. Aslan'ı okuldan alması gerektiğini hatırlatacaktı. Kapıya hafifçe vurdu, içeriden ses gelmeyince daha sert vurdu. Yine ses yoktu. Yavaşça açarak içeri girdi. Kıyafetleri yatağın üzerindeydi, banyodan ses geliyordu. Belli ki Cesur işe gitmeden duş almak istemişti. "Çıkınca konuşurum." diye düşündü
Tam kapıya doğru yönelmişken komodinin üzerindeki büyükçe zarfı gördü. Yaklaşıp zarfı eline aldı, açıktı. "Okusam bir şey olmaz heralde." diye geçirdi içinden. Zarfı açıp içindeki raporu okumaya koyuldu. Zarfta Cesur'un kısırlık için belli bir süre önce tedaviye başladığı, bazı ilaçlar kullandığı ve tekrar bir test yaptırdığı yazıyordu. Fakat tedaviye rağmen menide yok denecek kadar az sperm bulunduğu ve üreme becerisine sahip olmadığı yazıyordu.
Gülce zarfı okurken hemen ardında beliren Cesur'u fark etmedi. Arkasını döndüğünde karşısında onu bulunca hafifçe yerinden sıçradı.
- Hihhh! Çıktığını fark etmedim.
Cesur hala pijamalarıylaydı.
- Üzerini değiştirmemişsin daha, duş alıyorsun sandım.
- Yok, almıyordum.
Cesur, Gülce'nin elindeki kağıtları işaret etti.
- Okuduysan alabilir miyim?
Gülce hemen zarfıyla beraber uzattı.
- Cesur özür dilerim. Ben öyle komodinin üzerinde görünce okudum. Yani kusura bakma, elimde olmadan. Bilseydim, okumazdım.
Cesur'un morali oldukça bozuk gibiydi, üstelik gözleri de kızarmıştı. Gülce onun gözlerindeki hayal kırıklığını, çaresizliği görebiliyordu.
- Önemli değil, bilmediğin bir şey değil ki.
- Haklısın, yine de burnumu sokmasam iyi olurdu. Tedavi olduğunu bilmiyordum.
- Bilsen ne olurdu ki? Zaten sonuç değişmedi. Pek bir işe yaramadı yani.
Cesur iç geçirerek yatağın üzerine oturdu.
- Cesur... Çok üzgünüm, senin için elimden bir şey gelseydi yapardım biliyorsun değil mi?
Cesur kafasını geçirip yanına ilişen kadına gülümseyerek baktı.
- Biliyorum. Kimsenin elinden bir şey gelmiyor baksana. Belli ki yukardaki benim baba olmamı istemiyor. Beni pek beğenmiyor galiba.
Gülce uzanıp adamın ellerini tuttu. Yemyeşil baktı, sıcacık...
- Böyle düşünme. Her nasip vaktine esirdir, dememişler mi? Hem senin minik bir oğlun var, biliyorsun değil mi? Üstelik bugün doğum günü. Hem de çıkışta okuldan senin almanı bekleyecek.
Cesur bu sefer sesli güldü.
- Tamam, alırım.
- Gelirken haber verin ama. Siz içeri girerken patlatacağız konfetileri.
- Arabadayken ararım seni.
- Tamam.
Gülce tam kapıya yönelmiş çıkacaktı ki eli kapının kolunda kaldı. Geriye döndü.
- Aslan'ın tek bir babası var, o da sensin Cesur. Bunu hiçbir kuvvet değiştiremez. Zaten başka türlüsünü Minik Aslanımız da kabul etmez. Sana nasıl taptığını bir görsen, senin gibi olmaya çalıştığını.
- Biliyorum Gülce. Ben sana çok teşekkür ederim.
- Saçmalama. Asıl biz sana teşekkür edeceğiz Cesur. Hem de tüm ömrümüz boyunca... Senin bizim için yaptıklarını asla unutmayacağız. Biliyorsun değil mi?
-Biliyorum.
- Cesur
- Efendim
- Tekrar denemek istersen... Yani yeniden tedaviye başlamak istersen ben her zaman yanındayım.
Cesur karşısındaki kadına gülümsedi. Gülce de daha fazla orada beklemeden odadan çıktı. Onun bu kadar dert ettiğini bilmiyordu. Cesur'un kısırlığını bu kadar kafaya taktığını, tedavi olmaya çalıştığını, belki de daha önce yaşadığı hayal kırıklıklarını bilmiyordu. Fark etmemişti. Bunun için kendine kızdı. Nasıl fark etmez, nasıl anlamazdı? Aslan ile o kadar mutlu, o kadar ilgiliydi ki... Başka bir çocuğun özlemini hissettiğini bilmiyordu. Her ne olursa olsun yanında olacaktı Gülce. Tedavi olmak istiyorsa eğer en iyisini bulurlardı. Hiçbir şey önemli değildi. Ama ya duyulursa? İnsanlar sorular soracaktı. Cevabı olmayan sorular... Aslan'a bile zarar verebilirdi konuşulanlar. Ama hepsine kulak tıkamaya hazırdı Gülce. Bir kez olsun Cesur'a yardım eden o olmak istiyordu. Belki de borcunu böyle ödeyebileceğini düşünüyordu.
***
Gülce bütün gün doğum günü hazırlıklarıyla uğraştı. Önce gidip Minik Aslan'ın pastasını aldı. Daha sonra organizayon şirketinden gelenleri evde karşıladı. Evin konsepte göre hazırlanmasını sağladı. Ev hazır olur olmaz Aslan'ın hediyesini almak için yola koyuldu. Eve geldiğinde Ayşe tüm ikramlıkları hazır etmişti.
- Helal olsun valla Ayşe. Sen olmasan nasıl yetiştirirdim bunca şeyi?
- Estağfurullah Abla, ne yaptım ki?
- Daha ne yapacaksın? Her şey hazır. Ben de miniğin hediyesini aldım. Görünce sevinçten deliye dönecek. Kaç zamandır istiyordu. Ben yukarda hazırlanacağım. Hadi sen de hazırlan, bitmiş zaten hazırlıklar. Güzelce giyin, bizimle sofrada oturacaksın itiraz istemem.
- Olur mu öyle şey Gülce Abla?
- Olur tabi Ayşe. Bak sinirleneceğim ama. Hadi!
Yukarı koşarak çıktı. Mavi, dizlerde volanlı bir etek giydi. Üzerine de kırık beyaz, karpuz kollu, kare yaka bir büstiyer... Ayaklarına da mavi stilettoları geçirip dalgalı, kahverengi saçlarını şöyle bir taradı. Uçlarında kızıla, sarıya çalan yerlerini omuzlarından önüne bıraktı. Hafif pembe tonlarında bir makyajla tamamdı.
Aşağı indiğinde Ayşe kırmızı midi boy bir elbise giymişti.
- Ayşe, bu ne güzellik?
Ayşe'nin yanakları da elbisesi gibi allandı.
- Hadi bakalım, şimdi misafirler gelir.
***
Misafirler bir bir geldiler. Aslan'ın arkadaşlarının aileleriyle beraber Cesur'un müvekkillerinden ve barodan tanıdıkları çocuklarıyla gelmişlerdi. Sonra Gülce'nin de birkaç arkadaşı eşleri ve çocuklarıyla partideydiler. Gülce'nin telefonu çaldı. Koşarak masanın üzerinde duran telefonu açtı. Arayan Cesur'du.
- Annesi... Biz Minik Aslan'ınla geliyoruz. Var mı istediğin bir şey? On dakikaya evde oluruz.
- Tamamdır, mevzu anlaşıldı. Hazırlıklar tamam sizi bekliyoruz.
Gülce telefonu kapattığında yüreği pır pırdı. Neredeyse yerinden çıkacaktı. Miniği görünce ne kadar sevinecekti kim bilir? Sevdiği herkes buradaydı. Akşama kadar oynamak isteyecekti. Biraz sonra kapı önünde arabanın sesini duydu. Herkes elinde konfetilerle bekliyordu. Gülce kapı önünde herkesi örgütledi.
- Üç deyince kapıyı açacağım. Ben açınca konfetileri patlatıp "İyi ki doğdun Aslan!" diye bağıracağız.
Herkes birden kafalarını salladı.
- Biiirrr, ikiiiii, üççç...
Gülce üç der demez hep birden konfetiler patlatıldı. Minik Aslan babasının elinden tutmuş şaşkın gözlerle onlara bakıyordu. Tam o esnada daha şiddetli bir ses duyuldu. Silah sesi... Bir silah sesiydi bu. Herkes donakaldı. Gülce sesin nereden geldiğini anlayamamıştı. Sağa sola bakınıp koşar adımlarla Aslan'ın yanına koştu korkuyla. O anda fark etti Cesur'un kızıla bürünen bembeyaz gömleğini.
- Cesur!
Cesur daha fazla dayanamadan yere yığıldı. Herkes korkulu gözlerle olanları izliyor, kimse olanlara anlam veremiyordu. Gülce yere yığılan Cesur'un yanına çöktü. Başını avuçlarının arasına aldı.
- Cesur! Cesur lütfen ölme! Yardım edin! Biriniz yardım etsin! Ambulansı arayın biriniz! Cesur! Dayan, dayan ölmeyeceksin! Bizi yalnız bırakamazsın! Dayan lütfen! Minik Aslan'ını yalnız bırakma!MERHABALAR EFSUN BITELI ÇOK UZUN BIR ZAMAN OLMADI BILIYORUM. AMA YENIDEN, YEPYENI BIR HIKAYEYLE KARSINIZDAYIM. BU SEFER BENDEN GÜLCE' NIN HIKAYESINI DINLEYECEKSINIZ. UMARIM EFSUN KADAR HOSUNUZA GIDER VE UMARIM ONU SEVDIGINIZ KADAR COK SEVERSINIZ. DEVAM EDEBILMEK ICIN SIZLERIN O GUZEL YORUMLARINIZA VE OYLARINIZA IHTIYACIM VAR. CUNKU BANA GUC VE CESARET VERIYORSUNUZ.
SIZLERI SEVIYORUM, MUTLU KALIN!!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜLCE
General FictionBirbirinin kanına susamış, ezeli düşman iki aile... Yıllardır saklanan bir sır... Sırları ve çocuğuyla beraber bu iki ailenin arasında kalmış bir kadın... Gülce bu keşmekeşin içerisinden oğlunu çıkarabilecek mi? Yoksa imkansız da olsa içinde filizle...