Seyhanlı Konağı suskundu... Yoğun bir kasvet hakimdi konağa. Hüma Hanım oğlunu bekliyordu. Nitekim sabah erkenden vardı oğlu, baba ocağına. Yundu, yıkandı. Cesur'u son yolculuğuna hazırladılar. Hüma Hanım son kez baktı oğlunun yüzüne. Camilerden selalar okundu. Onu tanıyan tanımayan herkes konak avlusunda bekliyordu şimdi. Cesur'un cansız bedeni konağın en büyük odasında yatıyordu. Hüma Hanım başındaydı. Aslan ise aşağıda gelenleri karşılıyordu. Gün aymıştı ama geceden kalma bir karanlık vardı herkesin üzerinde.
Öğlene kalkacaktı cenaze. Yıllar sonra döndüğü evinden omuzlar üzerinde taşınacaktı Cesur. Hüma Hanım, torunuyla gelininin gelmesini bekliyordu.
***
Gülce ile oğlu biraz bekledikten sonra kara, kuru bir delikanlı büyükçe bir arabadan inip onlara doğru yürüdü. Tam Gülce'nin önünde durdu.
- Gülce Hanım!?
- Evet, benim. Siz kimsiniz?
- Yavuz ben, Hüma Hanım yolladı beni. Cesur Bey'in annesi...
- Anladım.
- Hemen gidelim, sizi bekliyorlar.
Yavuz, Gülce'nin elindeki valizi aldı. Küçük çantayı da alacaktı ki Gülce izin vermedi.
- Kalsın, ben taşırım.
Gülce, oğluyla beraber arabanın arkasına bindi. Yola koyuldular, Yavuz arada bir aynadan Gülce'yi süzüyordu. Güzel kadındı. Üzerinde siyah bir pantolon, siyah bir ceket vardı. Saçlarını kırmızı, kalın bir taç takmıştı. Ayaklarında yine siyah bir ayakkabı vardı. Çocuğun elini arabada bile bırakmamıştı. Yanındaki oğlan beş altı yaşlarındaydı. Cesur Bey de yedi yıldır yoktu zaten ortalıkta. "Hüma Hanım gelinini nasil karşılayacaktı acaba?" Herkes merak ediyordu bunu. Gülce ve konaktakiler de dahil.
- Daha çok var mı?
Aslan, Gülce'nin kucağına yatmıştı. Rahatsız gibi görünüyordu.
- Abla, çocuk iyi mi? Rahatsız görünüyor biraz.
- Anlamadım ben de. Araba tuttu galiba. Bir an önce varsak evde bakarım bir çaresine.
***
Biraz sonra şehir dışında büyükçe konağın kapısında durdular. Konağın kapısında el pence divan duran adamlar Gülce için arabanın kapısını açtılar. Gülce, sarsmadan kucakladı oğlunu. Minik Aslan hala biraz halsizdi. Diğer elinde Cesur'un eşyalarının olduğu çanta... Yavuz, çocuğu almak istese de izin vermedi.
Biraz o koca, işlemeli, tahta kapının önünde durdu. Konağın heybetini seyretti. Burası Cesur'un eviydi. Niye bırakıp kaçmıştı ki burayı? Içeriden yoğun bir uğultu geliyordu. Belli ki insanlar cenaze için toplanmıştı. İnsanların ona nasıl bakacağını, onu nasıl karşılayacaklarını bilmiyordu ve tedirgindi.
- Hadi Abla.
Yavuz, Gülce'yi daldığı derin kuyudan çıkardı. O koca kapıyı ardına kadar açtı. Açılan kapının sesi herkesi uyarmıştı. Herkes kapıya; kucağında oğlu, elinde çantasıyla kapıdaki kadına bakıyordu. Yavuz elinde valizle Gülce'nin içeri girmesine yardım etti. Sıskaca bir kız merdivenlerden koşarcasına çıktı. Saniyeler sonra hızlı adımlarla siyahlara bürünmüş bir kadın, yukarıdan kapı önündeki Gülce'yi süzdü. Daha sonra ağır adımlarla indi aşağıya. Yanında esmer ve kara, iri gözlü bir adamla Gülce'ye yanaştı. Herkes nefesini tutmuş olacakları izliyordu. Gülce'nin hemen önünde durdular.
- Hoş geldin kızım. Demek Gülce sensin.
Başını kaldırıp yanındaki adama baktı. Aslan neredeyse donakalmıştı. Kucağında çocuğuyla içeri giren bu kadın hem bu kadar cesur hem de naif olmayı nasıl başarıyordu? Ne güzel bakıyordu korkusuzca? Çok güzeldi. Aslan kadına bakmaktan kendini alamıyordu. Birden düşüncelerinden utanıp yere eğdi başını, sonra tekrar Gülce'nin yeşillerini buldu gözleri.
Gülce kadının kırmızı gözlerini fark etti. Belli ki o da kendisi gibi uyumamıştı. Evladını kaybetmek... Bu en acısıydı sanırım.
Hüma Hanım, elini uzattı gelinine. Gülce önce afalladı. Sonra yavaşça çocuğu yere indirip Hüma Hanım'ın elini aldı. Eğilip öptü, sonra tekrar çocuğun elini tuttu.
-Ben Hüma... Hüma Hanım derler, Cesur'un annesiyim.
- Hoş buldum. Cesur... Geldi mi yani...?
- Getirdiler. Birazdan görürsün.
Gülce sadece başını salladı. Hüma Hanım yanındaki adama döndü.
- Bu Aslan... Cesur'un ağabeyi.
Gülce şaşkınlığını gizleyemedi. Zaten iri, uzun kirpiklerle çevrelenmiş olan gözlerini iyice açtı. Adama dönüp uzun uzun baktı. Bu arada Hüma Hanımın gözleri Gülce'nin yanındaki küçük oğlana kaydı.
- Bu... O mu?
Gülce tekrar sadece başını salladı.
Hüma Hanım oğlunun emanetine yanaştı. Usulca yüzünü avuçlarının içine aldı. Koca kadın, usulca dizlerinin üzerine çöktü, Küçük Aslanın hizasına geldi.
- Sana benziyor, babasına hiç çekmemiş. O kara kuru bir şeydi.
Sıkıca sarıldı torununa, bağrına bastı onu. Kalkmak için oğlundan yardım istedi. O da kolundan sıkıca kavrayarak kaldırdı kadını. Hüma Hanım, torununu kolunun altına alarak dolu gözlerle sordu.
- Adı ne?
Gülce önce adama baktı sonra usulca fısıldar gibi konuştu.
- Aslan...
Hüma Hanım, gelininin cevabını duyar duymaz saldı kendini. Herkesin içinde içini çeke çeke ağladı. Gülce'nin de gözleri doluydu. Her an Hüma Hanım'a katılıp hıçkırıklarla ağlayabilirdi. Yapmadı, bulunduğu yerin yabancılığını hatırladı. Cesur'un abisi Aslan, hala kadından gözlerini alamıyordu. Neden? Neden abisinin adını vermişti oğluna Cesur? Madem bu kadar seviyordu, neden bütün yükü ona bırakıp çekip gitmişti.
Hüma Hanım kendini toparlayınca konaktaki çalışanlara haber verdi. Gülce'ye odasını gösterdiler. Gülce'nin ilk işi oğlunun karnını doyurup yatırmak olmuştu. Zaten iyi olmayan çocuk, bu yolu da çekince iyice rahatsızlanmıştı. Mide bulantısını geçirmek için nane limon yaptı. Zorla da olsa içirdi. Oğlu uyuyunca çıktı odadan. Odalar arasında dolaşırken büyükçe bir salonun kapısından içeri girdi. Beyaz bir beze sarılmış, boylu boyunca yatan bir adam... Üzerinde büyük, keskin bir bıçak... "İyi ki bunları görmeden uyudu Aslan. Yoksa çocuk neler görecekti? Neler yaşamış olacaktı?"
Usulca yanı başına oturdu Gülce. Bunca yıl beraber yaşadığı adamın artık yaşamıyor olması onu hem şaşırtıyor hem de kahrediyordu. Birazdan şuradan kalkıp şaka yaptığını söyleyecek gibiydi. Ya da kapıdan girip "Ne yapıyorsun burada?" diye soracaktı. Yüzünden örtüyü çekmek için titrek ellerle uzandı. Hafifçe yüzünü açtı. Bembeyazdı yüzü. Çenesi yine beyaz bir bezle bağlanmıştı. Öyle soluktu ki Cesur gibi esmer bir adamın bu kadar soluk olmasına şaşırdı. Zihni Gülce'ye acı bir oyun oynuyordu sanki. Gözlerinin önünden tüm güzel günlerin parça parça geçmesi normal miydi? Biraz önce avluda insanların icinde sakladığı gözyaşlarını akıttı Gülce. Cesur'un yüzüne dokundu. Sonra yavaşça geri örttü.
Hemen ardında bir adamın onu izlediğinden haberi yoktu.
- Birazdan gideceğiz, toparlansan iyi olur.
Gülce ardından gelen sesle irkildi.
- Korkutmak istemedim.
Gülce ayağa kalkıp elleriyle gözlerini kuruladı.
- Yoo, önemli değil. Şimdi toparlanırım.
Aslan arkasını dönüp gidecekti ki Gülce ona doğru seslendi.
- Şey... Senden hiç bahsetmedi daha doğrusu ailesiyle ilgili hiç konuşmadık. Ama çocuğun adı Aslan olsun diye ısrar edince... Anlamalıydım.
- Neyi?
- Bilmem. Ailesini özlediğini, onlari hepten silip atmadığını... Belli ki sizi çok seviyor olmalı. Öyle ya da böyle... Bir şekilde sizi hayatında tutmaya çalışmış. Sizi hep hatırlamak istemiş. Sevgisi de hayranlığı da çokmuş anlaşılan.
- Çok mu ısrar etti?
- Yani, sayılır. Aslan olsun dedi. Önce neden böyle bir isim önerdiğini sordum. Sadece koymak istediğini söyledi. Öyle de oldu.
- Sen... Sen neden kabul ettin?
- Bilmem. Adını koymak isteyebileceğim kimse yoktu galiba.
Aslan ardını dönüp gitti. Gülce odaya gidip oğlunu kontrol etti. İyi olduğundan emin olunca çıktı. Dışarıda herkes cenazenin götürülmesini bekliyordu.
***
Cenaze mezarlığa getirildi. Seyhanlı ailesi için özel ayrılmış olan yere dualarla gömüldü Cesur. En çok abisi toprak attı üstüne. Aslan... Hırsla gömdü kardeşini. O kadar belliydi ki öfkesi, hıncı. Ama neye olduğunu bilmiyordu Gülce. Onları bırakıp gittiği için mi kızgındı? Belli ki abisi Cesur için çok kıymetliydi. Aslan için de öyle olmalı. İlk defa adamı inceleme fırsatı buldu Gülce. Cesur'a benziyordu ama ondan daha esmer, daha yapılıydı. Ellerine kaydı gözleri. Büyük, kuvvetli eller... Simsiyah gözleri vardı ve uzunca kara kirpikler. Biçimli, sert yüz hatları... Gülce merak etti. Kimdi bu adam?
***
Herkes baş sağlığını dileyip gidince Hüma Hanım, Aslan, Gülce ve Yavuz kalmıştı geriye. Hüma Hanım son kez su döktü oğlunun ustune. Gülce elinde kırmızı bir karanfille bekliyordu. Aslan isaret edince usulca yeni, mis gibi toprak kokan mezara yaklaştı.
- Seni unutmayacağız Cesur. Bizim için yaptıklarını unutmayacağız.
Elindeki karanfili mezarın üzerine bıraktı. Arabaya bindiler. Aslan, Yavuz'un yanına öne yerleşti. Hüma Hanım arkada camdan dışarıyı izliyordu. Gülce de yolu...
Aslan'ın gözleri Gülce'ninkilerle buluştu birkaç kez. Korkmadan baktı Gülce, anlamaya tanismaya çalışıyordu. Aslan ise durmadan kaçırdı gözlerini. Bu kadının gözleri bakanı içine alıyordu. Yüzü... Bir kez baktıkça tekrar bakma isteği uyandırıyordu. Düşündüklerinden utandı Aslan. Eve varana kadar tek kelime etmedi. Gülce gibi gözlerini yola dikti, önlerinde uzanan yolu izledi. Aklında iki isim vardı: Cesur ve Gülce.
***
Akşama kadar kazanlar kaynadı, sofralar kuruldu, Kur'an'lar okundu, yüzlerce kişi dua etti Cesur için. Hüma Hanım yanında Aslan ile beraber baş sağlığı dileklerini kabul etti. Belli ki birkaç gün böyle sürecekti. Konağın çalışanları ordan oraya koşuştururken Gülce yoruluyordu.
Cenazeden sonra gelip oturduğu yerde çakılıp kalmıştı resmen. Önce oturduğu yerden doğruldu. Zaten onu izleyen Aslan, Gülce'nin ne kadar yorulduğunu anlamıştı. Gülce yerinden kalktı ama sabahtan beri bir şey yemediği için hafifçe başı döndü, olduğu yerde sendeledi. Onun dengesini kaybettiğini gören Aslan oturduğu yerden hızlıca kalktı ama etrafında ona şaşkınlıkla bakan gözleri görünce usulca oturdu. Gülce'nin yanına içeriden sıskaca genç bir kız koştu.
- Gelin Hanım, buyrun. Içeride dinlenin biraz.
Gülce başını salladı. Kızın kolundan tutarak yukarıya çıktı. Çıkar çıkmaz ona hazırlanan odaya gitti. Aslan yoktu.
- Oğlum! Oğlum nerede?
- Merak etme Gelin Hanım. Yavuz'la atların yanına gitti. Karnını da doyurduk.
- Peki, sağ olun.
- Sen sağ ol.
Içeriye elinde yemeklerle dolu bir tepsiyle sisman, çiçekli yemenili bir kadın girdi.
- Açsın tabi, sabahtan beri bir şey yemedin ki. Geleni gideni de bitmiyor konağın, yoruldunuz. Hadi şunlardan ye birazcık.
- Acıkmıştım gercekten, teşekkür ederim. Oğlumu alıp gelsem iyi olur aslında. Atlar neredeydi?
- Dur sen Gelin Hanım. Gelirler birazdan merak etme.
- Bir şeyler yedi mi?
- Yedirdik biz.
Gülce kendisine getirilen sofradaki yemeklere baktı. Ne çok sey vardı.
- Bu kadar şeyi ben mi yiyeceğim?
- Ye tabi, zaten incecik kalmışsın.
Gülce kadına gülümsedi. Kaç gündür ilk defa keyfi yerine gelmişti. Sıcacıktı, anne şefkati vardı bu kadında. Gülce bunu hiç bilmemiş, hissetmemişti. Usulca önündekilerden yemeye başladı.
- Adım Ferdane benim. Kendimi bildim bileli bu konağa, Hüma Hanım'a hizmet ederim. Bu konaktaki çocukların hepsi benim elimde büyüdü. Cesur da...
Gülce'nin boğazına bir şey oturdu. Lokmasını zor yuttu. Gözleri buğulandı.
- Pek naif, pek sakin bir çocuktu. Kimseyi kırmazdı. Abisinin tam tersiydi. Çok severdi ama abisini. Hayran hayran izlerdi yaptığı işi. Hele şu avluda bir top koşturmaları vardı ki sorma.
Gülce'nin yanağından bir damla yaş süzüldü.
- Amaann çenem düştü yine. Üzül diye anlatmadım güzel kızım. Kocanın çocukluğunu bile diye.
- Anladım.
- Hadi sen ye yemeğini. Biz alırız sofrayı sonra.
Gulce bir şey yiyemedi sonra. Sofra olduğu gibi bekledi odada.
Hava da kararınca kimse kalmadı konakta. Bütün konuklar gitmiş, herkes kabuğuna çekilmişti. Aslan atların yanından gelmiş, annesinin yanina sokuluvermişti. Biraz sonra anladı annesi uyuduğunu. Yorgun düşmüştü o da. Yataktan kalkıp odanın küçük penceresinden avluya baktı. Kimse kalmamıştı ortalıkta. Üzerini değiştirdi, beyaz uzun bir gecelik giydi. Tam gidip yatağa, oğlunun yanına uzanacaktı ki yerde duran küçük valizi gördü. Içinde Cesur'un eşyaları olan valizi...
Üzerine beyaz uzun bir sabahlık geçirdi. Valizi de alıp emaneti sahibine götürmeye gitti. Koridorun sonundaki, büyük kapılı oda Hüma Hanım'ındı. Uyuduğunu sanmıyordu. Kapıyı çalar, uyumuşsa geri dönerdi. Öyle düşünüyordu. Bu yükü de sırtından atmalıydı.
***
Hüma Hanım uyumamıştı, yanında oğlu olanları sorguluyordu. Aslan, annesini yalnız bırakmaktan korkuyordu. En azından uyuyana kadar yanında bekleyebilirdi ama onun uyumaya niyeti yoktu.
- Annem... Yeter artık düşündüğün, uyu hadi hasta olacaksın.
- Gözüme uyku girer mi Aslanım? Annen uyuyabilir mi, yiyip içebilir mi artık?
- Yapma anne.
Eğilip ellerini öptü annesinin.
- Bak biz varız. Ben varım, kızın var. Bizim icin dirayetli ol.
- Onları burda istiyorum Aslan. Torunumu yanımda istiyorum. Oğlumdan, Cesur'umdan kalan tek varlığımız burda büyümeli. Torunum bu konağın avlusunda koşuşturmalı.
- Annesi götürmek isterse ne yapabiliriz ki? Çekip alacak mıyız çocuğunu elinden? Senin torununsa onun oğlu anne? Nasıl deriz artık burda kalacak diye.
- Oğlunun yanında kalsın o vakit. Burada ona yetecek yerimiz de var.
- Ya kalmak istemezse... Hiç düşündün mü bunu? Neden yedi kat yabancı olduğu bir.yerde kalsın? Bir evi, işi, sevdikleri vardır geldiği yerde. Hem bakalım, ya oğlan da istemezse kalmak?
- Bırakmam Aslan, bırakamam.
Aslan annesinin acısını da, isteğini de anlıyordu. Ama onları burada tutabileceğinden emin değildi.
Birazdan kapı hafifçe çaldı.
- Biri kapıya mı vurdu?
- Dur, bakayım ben.
Aslan kapıyı açar açmaz karşısında beyazlar içindeki Gülce'yi gördü. Hafifçe yutkundu. Kahverengi saçları omuzlarına dökülüyordu, gözleri yorgundu ama yine de parlıyordu. Usul bir koku... Çok güzel bir koku yayılıyordu.
- Yanlış oldu galiba, Hüma Hanım'ı arıyordum ben.
Gülce tam dönüp gidecekti ki Aslan onu elinden yakaladı. Gülce adamın ellerinin sıcaklığına şaştı kaldı. Soğuk bir betona benziyordu adam. Ama elleri oyle sıcaktı ki... Teninin üzerindeki sıcaklık onu şaşırttı. Gülce'nin gözleri adamın ellerine kaydı, sonra gözlerine. Simsiyah, derin bir kuyu gibi olan gözlerine. Adam gözlerini kaçırdı, hemen bıraktı kadının elini.
- Yok, doğru geldin. Içeride, buyur.
Kapıyı ardına kadar açıp kadının gecmesine izin verdi. O içeri girerken fark etti elindeki valizi.
Hüma Hanım karşısında Gülce'yi görünce şaşırdı.
- Hayırdır, bir şey mi oldu?
Gülce elindeki küçük valizi uzattı.
- Sizin, görmek istersiniz diye düşündüm.
Hüma Hanım yerinden kalkıp valizi aldı, açtı. Içinden önce güzel bir kol saati çıktı. Hemen ardından birkaç fotoğraf... En sonunda oğlu kokan bir gömlek... Hüma Hanım gömleğe akıttı hıçkırıklarını. Onu bastı bağrına. Oğlunun kokusunu çekti son kez içine.
Gülce karşısında sarsıla sarsıla ağlayan kadına dayanamadı. Hiçbir şey demeden çıkıp odasına koştu. Oğluna sarıldı, sessizce ağladı.
Biraz sonra Hüma Hanım elinde gömlek, ağlamaktan yorgun düşmüş, uyuyakalmıştı. Aslan annesinin karşısında elinde bir fotoğraf öylece kalmıştı. Fotoğrafta Gülce sıcak gülümsemeyle kameraya bakmış, aralarında Minik Aslan, Cesur oğlunu kocaman öpmüş. Aslan fotoğraftakilerin yüzünü bir bir inceledi. Sonra gelip yine Gülce'nin yüzünde takılı kaldı.YAZMAM BIRAZ VAKIT ALIYOR AMA UMARIM BEGENIRSINIZ. HEM EFSUN ICIN HEM DE GULCE ICIN YORUMLARINIZI VE OYLARINIZI BEKLIYORUM. LUTFEN BENI YALNIZ BIRAKMAYIN. SIZLERI SEVIYORUM.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜLCE
General FictionBirbirinin kanına susamış, ezeli düşman iki aile... Yıllardır saklanan bir sır... Sırları ve çocuğuyla beraber bu iki ailenin arasında kalmış bir kadın... Gülce bu keşmekeşin içerisinden oğlunu çıkarabilecek mi? Yoksa imkansız da olsa içinde filizle...